Hastanelerimizi ve sağlık ocaklarımızı satmaya hazırlanıyorlar. Bütün özelleştirme girişimlerinde olduğu gibi pembe tablolar çizerek herkesin sigortalanacağını, her ailenin doktoru olacağını ballandıra ballandıra anlatanlar çıkarmaya çalıştıkları yasalarda tüm devlet hastanelerinin il özel idarelerine devredilip ardından işletme haline getireceklerini ve büyük kısmının özel sektöre satılacağını hiç bir yerde söyleyemiyorlar. Başhekimi işletmeci olan bu hastanelerin yoksullar için sürekli prim ödenen, her tedavi girişimi için sürekli arttırılan ek katkılar ödenen birer ticari işletme haline geleceğini hepimizden gizliyorlar. İşletmeleşen hastanelerin kar etmesi üzerine kurulu bu sağlık sisteminin düzenli prim ödemesi zor olan ve halen sağlık hakkını kullanmakta zorlanan yoksulları kamusal (devletin) sağlık kurumlarının tamamen dışına itip özel sektörün insafına terk etmesi kaçınılmaz görülüyor. AKP’nin hükümet programında en temel konu “sağlıkta dönüşüm projesi” idi. Sağlığımızın bütün hükümetler tarafından ihmal edildiğini, kendilerinin “sağlığımızı sorun olmaktan çıkaracağını” iddia eden bu hükümet, sağlığımız için bakın neler yaptı?
Önce “Kimse hastane kuyruklarında beklemeyecek!” diyerek SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’lulara “Özel Hastaneler”in kapısını açtı. Böylece halkın ayağını özel hastanelere alıştırırken, sosyal güvenlik kurumlarının tasfiyesine de zemin hazırladı. Ardından SSK’ların Sağlık Bakanlığına devrini gerçekleştirdi. SSK Hastaneleri, hiçbir altyapı hazırlığı olmadan apar topar devredilirken binlerce hasta; kayıt, muayene fişi, sağlık karnesi fotokopisi ve reçete onayı için ayrı ayrı hastane kuyruklarına girmek zorunda bırakıldı. Acil ve sürekli ilaç kullanması gereken hastalar dahil hiç kimse ilaçlarını alamadı. Devirden önce rahatlıkla bulunabilen ilaçlar hala bu gün alınamıyor. Eczanelerde ilaç sıkıntıları başladı. Her ilaç bulunamadığı gibi reçetede yazılı ilaç yoksa eczaneler işlevi aynı, farklı firmadan çıkmış ilaç da vermiyor. Hükümet ise bürokrasiyi azaltan genelge çıkarmakla durumuu idare etti: “fotokopi genelgesi”.
“Performansa dayalı döner sermaye uygulaması” getirerek, doktorların ağzına bir parmak bal çaldı. Bir yandan doktorlar sevk memuruna döndürülürken diğer yandan daha çok “puan”, daha çok “para” alabilmek için “ne” gerekiyorsa “o”nu yapmaya teşvik edilmeye başlandı.
Bir parmak bal da yoksulların ağzına! İşin başında herkese yeşil kart dağıtacağını söyleyen hükümet, önce bol keseden dağıttığı yeşil kartları sonra toplamaya başladı. Şimdi de yeşil kartlılara bile, aldıkları ilacın bedelinin % 20’sini ödemek zorunluluğu getirdi. Ayrıca tahlil ve tetkiklerden %1 ile %50 arasında katkı payı alınacağını duyurdu.
Hükümetin niyeti açık. Bir hastanede daha iyi sağlık hizmeti verilmesini istiyorsanız o hastaneye “tıbbi malzeme”, daha çok kar elde etmek istiyorsanız “yazar kasa” alırsınız. Zaten AKP hükümeti de tüm hastanelere yazar kasa dağıttı. Tayyip de açıkça ifade etmekten kaçınmıyor artık : "Biz hastaneleri ilanihaye Sağlık Bakanlığına bağımlı yürütmeyeceğiz. Hastaneler kendi ayakları üzerinde duracak ve rekabetçi olacak”, “Ben bakanımın tüccar zihniyetli olmasını istiyorum”
“Sağlıkta dönüşüm programı”nın devamı kaosu daha da artıracak. IMF ile stand-by anlaşması için şart koşulan “Genel Sağlık Sigortası” ve “Emeklilik” yasa tasarıları mecliste imzaya açıldı. Bugüne kadar ailede bir kişi sigortalı çalışıyorsa onun eşi, çocukları, anne-babası da sağlık hizmetinden yararlanabiliyordu. Genel Sağlık Sigortası ile herkes ayrı ayrı sigortalanacak. Kayıt dışı çalışan, hiçbir işi olmayanların sigortasını da devlet ödeyecek diyorlar. Peki bunun finansmanının nasıl sağlanacağını AKP hükümeti niye açıklamıyor? Yarın gene kaynak yok demeyeceklerinin garantisi ne?
Mecliste çıkarılmak üzere olan bir diğer yasa ise kamuoyunda torba yasa olarak biliniyor. Bu yasa ile aşılama hizmeti dahil her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin ücretlendirilmesi öngörülüyor. Yasa çıktığında bu gün parasız olarak yaptırdığımız bebeklerimizin aşıları için ücret vermek zorunda kalacağız.
Getirilmek istenen ve parça parça uygulanmaya başlanılan sistem koruyucu sağlık hizmetlerini elinin tersi ile itip ilaç ve teknoloji tüketimini artırmayı teşvik ediyor. Oysa sağlıkta başarı önce az sayıda insanın hastalanmasıdır. Sonra hastalanan az sayıda insanın “en az girişim” ve “en az ilaç” kullanılmasıyla “en etkin” şekilde tedavi edilmesi, “en kısa sürede” sağlığına kavuşturulmasıdır. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın övünerek söylediği “2005 yılının ilk üç ayında yeşil kart reçeteleri için 116 trilyon lira ödedik, geçen yıl sadece 7 trilyon ödenmişti” sözleri bu nedenle övünülecek değil, dövünülecek bir tabloyu gösteriyor! Zaten IMF ve Dünya Bankasının dayatmasının nedeni de burada saklı. Dünyada ilaç sektörü, silah sektöründen sonra geliyor. Yeni sistemde hem ilaca harcanan para artıyor hem de sağlık hizmetinden yararlananlar arasında eşitsizlik artıyor. Sağlık hizmetine ulaşabilenlerin sayısı gittikçe azalıyor. İşin sonunun nereye varacağı Bakanlığın “2004 yılında 4.5 katrilyon ek ilaç harcaması olduğunu” açıklaması ile daha iyi anlaşılıyor. Geleceğin işaretleri yavaş yavaş veriliyor. Aylar sonra hükümetin “biz ilaca şu kadar dolar ayırmıştık. Vatandaş çok ilaç aldı. İlaca ayırdığımız parayı tükettik. Ne yapalım, biz iyi niyetliydik ama vatandaş ilaca hücum etti. Bu yüzden vatandaşın her reçetede katkı payını %30-40 yada %50’ye çıkaracağız” demesine hiç şaşırmamak gerekiyor. Yani bizler SSK yada Bağ-Kur gibi sosyal güvencemiz olsa dahi bir süre sonra 50 milyon değerindeki reçetenin 15-20 milyonunu cebimizden doğrudan ödemek zorunda bırakılacağız.
Önümüzde ise iki seçenek duruyor. Ya bu uygulamalara sessiz kalacak, çizilen pembe tablolara kanacağız ya da sağlık emekçileriyle omuz omuza sağlık hakkımızı savunacağız.