17 Ağustos 1999’da İzmit merkezli yaşanan, Yalova, İstanbul, Adapazarı, Bursa gibi illeri de etkileyen, onbinlerce insanımızı kaybettiğimiz büyük depremin üzerinden on yıl geçti. Milyonlarca insanımız 17 Ağustos 1999’un ilk saatlerinde büyük bir sarsıntıyla uyandı, onbinlercesi uyanamadı, ya da kaldığı göçüğün altından çıkamadı.
Oysa deprem konusunda tecrübeli olmak zorundaydık. Çünkü yaklaşık yüzde doksanı deprem bölgesi olan ülkemizin her an bir bölgesinde deprem olabilir. Bu gerçeğe rağmen 1999 depremi bir felakete dönüştü. Çünkü ülkemizi yönetenler yıllarca bu doğa olayına karşı önlem almadılar. Bu doğa olayı ne yazık ki önceki birçok deprem gibi, büyük acılara neden oldu.
Depremin hemen ardından yaşananlar ise felaketin büyümesine, acıların kat kat artmasına neden oldu. Devlet depreme karşı önlem almadığı gibi, sonrasında yapılması gerekenlere dair de hiçbir önlem almamıştı. Birçok insanımız kurtarma rezaleti yüzünden kurtarılamadı. Depremzedelerin ilaç, barınma, yemek gibi acil ihtiyaçlarının birçoğu tam olarak karşılanamadı. Yurtdışından veya ülkemizin hemen her bir yerinden uzatılan yardım eli yönetenlerin doğru bir afet yönetimiyle depremzedelere ulaşabilecekken bu yapılamadı. Askeriyle polisiyle her türlü olaya anında müdahale edebilen sistem depremde insanların kurtarılmasında yeterli olmadı.
Depremin sonrasında yakınlarını, evlerini yani aslında hayatlarının bir bölümünü kaybeden insanların yaralarını sarmak için ne yazık ki ciddi adımlar atılmamıştır. Depremin onuncu yılında İzmit Arızlı’da Irak hükümetinin yaptırdığı konutlar depremzedelerin elinden alınıp, bürokratlara kiralanmak istenmektedir. Buna karşı çıkan depremzedeye polis copu reva görülmektedir. Oysa depremzedeler en temel barınma haklarını istemektedirler.
Diğer yandan yaşanan bunca acı tecrübeye rağmen yaşadığımız felaketten ders çıkarttık mı? Ne yazık ki hayır. 1999 depreminin üzerinden on yıl geçmesine rağmen bu konuda atılmış ciddi bir adım, üretilmiş ciddi bir politika yok. Depreme karşı ne önlemler alındığını değil olası İstanbul depreminde kaç kişinin öleceğini, kaç binanın yıkılacağını hesaplıyoruz.
Oysa bilim ve aklın geldiği aşama deprem gerçeği ile yüzleşmemiz gerektiğine işaret ediyor. Deprem önlenemez. Ancak can ve mal kaybı en aza indirilebilir. Bunun için rantı, karı değil, insanı temel alan politikalar üretilmesi gerekmektedir. Her yıl uygulanan yanlış politikalar yüzünden her an yaşanabilecek deprem, sel, heyelan, çığ gibi doğa olayları bizim için felakete dönüşüyor.
AKP hükümeti de zihniyeti ve uyguladığı politikalarla yaşanabilecek olası bir depremin bizim için felakete dönüşebileceğini yaptıklarıyla açıkça ortaya koyuyor. Geçtiğimiz günlerde yine yanlış politikalar sonucunda felakete dönüşen sellerin ardından başbakanımız “abartanlar oluyor” dedi. Hala yaşananlar kaderden biliniyor, yönetenler hiçbir sorumluluğu üzerlerine almıyorlar.
Oysa olası depremlere karşı yapılacaklar bellidir.
İnsanlarımızın depremden korunmak en temel hakkıdır. Dolayısıyla herkes depreme dayanıklı sağlam evlerde oturmalıdır. Bunun için konunun uzmanları, odalar ve devletin yetkili kurumlarıyla insanı temel alan bir deprem politikası üretilmeli ve acilen hayata geçirilmelidir.
Depremzedelerin her türlü hakları verilmeli, Arızlı’da gördüğümüz manzara ne Arızlı Deprem Konutları’nda yaşayanlara, ne de ülkemiz insanına bir daha asla yaşatılmamalıdır.
Uygulanacak her türlü politika sermayenin rantını değil insanlarımızın haklarını temel almalıdır.
Bizler 17 Ağustos’u unutmadık, unutturmayacağız. Felaketin onuncu yıldönümünde deprem hayatını kaybeden insanlarımızı anıyor, yakınlarının acılarını paylaşıyoruz. Unutmayacağız, unutturmayacağız. Biliyoruz felaket unutulduğunda felakettir.
İlknur Birol
Halkevleri Genel Başkanı