Aptallar erken ölür: Türkiye - Samut Karabulut

Cu, 16/05/2014 - 15:10
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Mario Puzo’nun mafya içi mücadeleyi anlattığı romanının adı Türkiye’de yaşam mücadelesinin adı olmuş. Benzetme bana değil, İzmir Vali Yardımcısı’na ait; "Aklını kullananlar hayatta kalıyor" demiş. Sadece madende değil, tüm Türkiye’de yaşam mücadelesinin özeti bu: Aklını kullananlar hayatta kalıyor, aptallar erken ölüyor. Sarf edilen cümle öyle ağızdan rastgele çıkmış değil; akıllılar demiyor, aklını kullananlar deniyor. Burada "kullanmak" yüklemi önemli; aklı kullanacaksın, iktidarı kullanacaksın, dini kullanacaksın, basını kullanacaksın, adam kullanacaksın… Çünkü rejim tam bir mafya düzeni: dinlemeler, ses ve seks kasetleri, devlet kurumlarının baronlar arasında paylaşılması, mahkemelerin adamına göre işlem yapması, tanıkların susturulması, komisyonlar, vergi denetmenleri, adamına göre yasa çıkartılması, politikacıların belirlenme yöntemleri… Fazlasını merak edenler Mario Puzo’nun romanlarında okuyabilirler.

Aslında bu yazıyı Halkevleri’nin Soma raporu olarak yazıyorum; ancak gördüklerimiz bir rapor diliyle yazılamayacak kadar teknik olmaktan uzak.

Soma maden kazasının haberinin ardından İzmir şubelerimiz hemen giderken, Genel Merkez'den aynı gece yola çıktık. Tedbiri hiç alınmamış, dolayısıyla ne kadar madenci içerdeyse o kadarının öldüğü bir kazaya ne kadar kaza denirse tabi. Kırkağaç’tan itibaren yoğun bir ambulans ve cenaze aracı trafiğiyle karşılaşmaya başladık. Siren çalmadığı için boş sandığımız ambulansların dolu olduğu; fakat aldıkları talimat gereği yöre insanının morali bozulmasın diye siren çalmadıklarını öğrendik.

Başbakan gelecek diye madenin ilk girişinden (nizamiye) itibaren ocak ağzına kadar, 5 km civarında, aralıklı olarak, Kırkağaç Komando Okulu'ndan getirilmiş acemi ve silahsız mavi bereliler dizilmişti. Ne yapacağını bilmez şaşkın halde geçen arabaların tozunu yutarak bekliyorlardı. Ocağa yaklaşılınca yerini silahlı polislere ve özel timlere bırakıyorlardı. Kaza alanı değil, çatışma sonrası alan gibiydi havası. Ocağa 500 metre kala ise yol toz olmasın diye arazözlerle sık sık sulanıyordu. Ama ertesi gün yani Gül’ün geleceği zaman ne acemi erler vardı ne de arazözler sulama yapıyordu.

Madene vardığımızda söylemeye gerek yok ki durum yürek yakıcıydı. Sendika yöneticilerinden, işçilerden, kurtarma ekiplerinden, madenci yakınlarından bilgiler edindik. Asansörün her yukarı çıkışında öten siren sesi bir madencinin cansız bedenini çıkartıyordu. Sağ veya yaralı çıkması umuduyla çıkışa birkaç defa hareketlendik ama nafile ölü çıkıyorlardı. Ardından tanıyan arkadaşlarının ve ailelerinin feryatları yükseliyordu. Cenazesini alan gidiyordu. Sanırım en zor durumda olanlar ise kimbilir kaçıncı arkadaşının cansız bedenini karşılayan maden işçileriydi. Birinin arkadaşının ismini haykırırken sesi çıkamaz hale gelmişti.

Aldığımız bilgiler bir yığın bilgisizlik toplamından oluşuyordu. Tek bilinen şey madende 784 kişinin olma ihtimaliydi. Çünkü madene her inen işçi lamba alıyor ve eğer başka nedenlerden eksik değilse o gün bu kadar lamba alınmış görünüyormuş. Lamba alınmadan madene inilmezmiş. İki vardiya aynı anda neden aşağıda sorumuza verilen yanıt da ilginçti. Vardiyalar birbirinden alet ve teçhizat devralıyor ve bunu maden içinde yaparak devir teslimden hemen sonra yeni vardiya çalışmaya başlıyor eski vardiya çıkıyor, böylece bir saati bulabilen çıkış süresi mesai dışında sayılabiliyor,  dışarda devir teslim yapılırsa zaman kaybı oluyor. Eğer devir teslim yer üstünde yapılsa aynı anda bu kadar işçi yeraltında bulunmayacak.

Trafo patlamasına pek fazla itibar eden yok. Pano patlaması olasılığı  (ark yapması) daha olası; ama yangın çıkartmasını önleyecek özel yapım olmasından dolayı bunu da çok olası görülmüyor.  Yeraltından gelme bir Türkiye Maden İş genel merkez yöneticisi galerideki daha önce meydana gelmiş bir çökmenin bir tavan kaplaması ile tahkim edilmiş olduğunu ve aşağıdan bakınca sağlam görünen ama üstte içten içe yanmaya devam eden kömürün yangını veya patlamayı başlatmış olabileceğini söylüyor*.  Başka bir sendika yöneticisi sayıyı gizleyecekler diye kaygı ifade ediyor.

Lambahane ve kantin binası önünde oturan aileler - sonradan sakinleştirici ve doktor kontrolünde olduklarını öğreniyoruz - kaygı, korku ve öfkeyle bekliyorlar. Bir baba öfke dolu bir halsizlikle bilgi istediğini bağırmaya çalışıyor, buna iki anne eşlik ediyor. O andan itibaren AKP teşkilatının aklını kullanarak tam teşekküllü olarak görevde olduğunu fark ediyoruz. İsyanı önlemek için (bakanların jargonuyla söylersek) yeter miktarda  yerel AKP’li görevlendirilmiş. Sanırım bir o kadar da sivil polis. Ailelerin öfkesini çekim yapan gazetecilere yönlendiriyorlar, biz can derdindeyiz siz çekim yapıyorsunuz, gidin ocağın içini çekin, haber yapmıyorsunuz niye çekiyorsunuz vs vs böylece öfkenin yönü değiştirilmeye çalışılıyor. Yakınlarının ölüm madeninde olmasının yarattığı algı çöküşüyle, aileler bu provokatif organizasyona yenik düşüyorlar.  Bu organizasyona Kılıçdaroğlu ziyaretinde de tanık olacaktık.

Ocak bölgesinde çok sayıda asker, polis ve çevik konuşlandırılmış durumdaydı. Başbakan’ın gelişine yakın etraf düzenlemesi yapılmaya başlandı. Ambulanslar işlevsel düzeninden törensel düzene geçirildi, temiz giysili kurtarma ekipleri sahaya geldi, hatta yerlerden çöpler dahi toplanmaya başlandı. Bu arada protesto ihtimali olanlar lambahane ve kantine tıkıldılar ve kapıya çevik yığıldı. Yamaçlarda özel timler elde dürbünlerle yükseklerdeki ormanlığın içini gözetlerken eli tüfekli keskin nişancılarda etrafı Başbakan’a yönelik bir süikaste karşı korumaya almıştı. Başbakan’ın can ve moral güvenliği tam sağlanmıştı. Başbakan etten güvenlik duvarı ile değişmez ve hiçbir mimik belirtisi olmayan endişeli bir yüz ifadesi ile ağır adımlarla geldi, o sırada saatlerdir duymadığımız asansörün çıktığını haber veren siren sesi duyuldu. İster misiniz şimdi bir yaralı Başbakan tarafından kurtarılsın diye laflar fısıldaşıldı; çünkü etraf sivil polis ve AKP teşkilat mensuplarıyla, böyle diyorlar kendilerine, dolu. Azrailin gelişindeki kadar bir ölüm sessizliği çöktü ortalığa. Ocak girişine kadar gidip geri çıkıp gitti.

Başbakan’ı Soma’da halk içerisinde dolaşma gafletine iten de maden ziyareti sırasında sessizliği sağlayan bu akıllı organizasyon oldu sanırım.

Başbakan’dan sonra Kılıçdaroğlu geldiğinde sessizlik yerini protesto sataşmalarına bıraktı. 24 saattir neredeydiniz, çekin gidin sizin yüzünüzden çalışma duruyor, siz poz verirken içerde insanlarımız kurtarılmayı bekliyor, türü Başbakan’dan esirgenen tüm laflar sarfediliyor. Kılıçdaroğlu’nun hemen arkasında Taner Yıldız var, gayet rahat tek bir suçlama yapılmıyor, protestocu bir gence söylesem de ilgisini çekmiyor.

Hastane önünde, Soma’da ve her yerde AKP organizasyonu sürekli işliyordu. Acı, çaresizlik, umutsuzluk, öfke dolu insanlar ve iktidara zeval getirmemek üzere böyle bir ortamda bile ücreti mukabil görev almış insansılar. 

Soma’da AK görevliler gençlerin dinmeyen öfkesini kontrol için muhtemelen polis teşkilatı ile işbirliği içinde iş başındaydılar. Beşyol meydanında, hastaneye yakındır, toplanan kalabalık genç grubu dağıtmak için; yerel biri konuşma yapıyor, “arkadaşlar soma gençliği bu değildir, şehitlerimize saygısızlık yapmayın, politika zamanı değil şimdi, dışardan gelip Soma’yı karıştırmak isteyenler var, burada eylem yapma zamanı değil, ocağa gidin kurtarma çalışmalarına katılın; itiraz üzerine, mezarlığa gidin mezar kazın, sonra hep beraber protesto edelim şimdi zamanı değil..” derken, bu arada gerçekten ağlamaya başladı. Genç kitle mezarlığa doğru yürüyüşe geçince amacına ulaşmış az önceki konuşmacı arkasını dönüp giderken yanımdaki drama eğitmeni arkadaşımı ustalığıyla hayrete düşürerek sırıtıyordu.

Başbakan’ın Soma’da karşılaştığı onurlu tepkiye şahsen tanık olmadık ancak tüm Türkiye yeterince tanık oldu. Ertesi gün ilk tepkiyi verdiği için polisten dayak yiyen gençlerden biri ile konuştuk, sessiz, sakin biri, polisin elinden başka gençler almış. İlk tepkiyi verenlerin ve AKP ilçe başkanlığını dağıtanların oldukça genç olması bundandı herhalde. Bir grup genç çektikleri görüntüleri bize veriyor, çapultv’ye yolluyoruz.  Ailelerin tepki vermemelerinin nedenlerinin başında cenazeleri ile uğraşmakta olmaları gelmekteydi. Çok sayıda köye, mahalleye cenazeler ayrı ayrı gitmekte ve din adamları tepki göstermenin cennetin kapılarını kapatacağını telkin etmekte ve daha başka şeytani yöntemlerle örgütsüz halkın tepkisinin toplumsallaşmasının önüne geçilmeye çalışılmaktaydı. Tepkiler AKP ve hükümete her türlü küfüre dönüşerek veriliyordu. Kahredici bir kanaat de insanların işten atılma veya işe alınmama korkusu nedeniyle tepki vermekten kaçındığıydı. Tabii ki sorumluluğun bize ait olduğu örgütsüzlük gerekçesini kendi hanemize yazmadan geçmeyelim, Türkiye Maden İş sendikasının isçiler için örgüt anlamına gelmediği de bir kez daha ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı ziyareti protesto ihtimalinin daha da güçlenmesi nedeniyle olacak daha insansız ortamda yapıldı. AKP kimliği taşımayan kimse ocak alanına alınmadı. Ama bir gün önce başlayan protesto kültürü etkisini göstermiş tekil laf atmalar, güvenlik duvarıyla tartışmalar oluyordu. Başbakan’ın agresif güvenlik tekniğinden ders çıkartmışa benzeyen güvenlikçiler engelleyici ama yumuşak başlıydılar, Cumhurbaşkanı’na ağza alınmayacak küfürlere rağmen tek kişiye kötü davranmamaya çaba gösterdiler.

Soma’da ağız birliğiyle birçok yetkili yetkisiz bu ocağın güvenlik açısından örnek ocak olduğunu anlatıyor. O zaman soru şu bu kadar güvenlikli bir ocakta bu kadar büyük ölümle sonuçlanan bir kaza nasıl oldu? Belli ki geleneksel kazalara endeksli önlemler dışında çok düşük ihtimalli kazalardan biri olmuş ve bu hiç hesaba katılmamış veya bunun hesaba katılma maliyeti fazla yüksek olduğu için üzerinden atlanmış. Ya da yanlış tamirat vb bir uygulamanın hazırladığı (T.Madenİş yöneticisinin sözlerini hatırlayalım) bir patlama ki bu küçümsenebilir bir olasılık değildir.  Hiç hesaba katılmadığı için de hiçbir tedbir alınmamış dolayısıyla kaza anında içerde ne kadar madenci varsa o kadarı ölmüş, başka açıklaması yok çünkü (şirketin açıklamasında da yok). Vardiya değişiminin içerde yapılması da can kaybını arttırmış.

Soma’da bir yandan da kaygı hakim. Şirket kar kaybı telaşında, ceza korkusu pek görünmüyor ve Somalılar da ceza şirketin ceza almayacağını düşünüyorlar, “AKP’li bunlar bir şey olmaz bunlara”, diyorlar. Yaşayan işçiler maden kapanır mı kapanırsa işsiz kalacağız kaygısı içinde, Başbakan politik geleceğine zeval geleceği kaygısında, AKP ilçe örgütü bu krizi politikada yükselme fırsatına çevirme, sendika aidat kaybı kaygısında. Yakınlarını yitirenler ise acının yanı sıra gelecek kaygısında. Burada umudun zerresi yok. Çünkü tüm taraflar kendisini müesses nizam sınırlar içerisinde düşünmek zorunda görüyor. Kendini bu sınırlarda düşünmek zorunda hissetmeyenler sadece gençler.

Soma’da kaza sonrası, devlet her şeye hakim; kimlik tesbiti, cenaze, defin, imam hepsi kuralına göre işliyor ve her şey çok organize, gençlerin kuraldışılıkları dışında. Cenazelerin hızla ailelere verilip toplu törenlerden kaçınılması, psikolog yardımı yapılmazken hızla çok sayıda din adamının sevk edilmesi, müftünün sorgulamaların ölenlerin cennete gitmelerine mani olacağını vaaz etmesi, Ak organizasyonlar, devletin ziyaret teknikleri, şirketin açıklama yapmadan önce bakanlarla görüşmeler yapması vb vb. Akıllarını iyi kullanıyorlar ve böylece hayatta kalacaklar. Madencilikte kanlı kapitalizm hayatına böylece devam edecek. Aklını kullanamayanlar da erken ölecek.

Şimdi AKP’liler, kapitalizmin semirenleri akıllarını kullanacaklar ve faşizmlerini, demagoglarını devreye sokacaklar. Şimdiden sorumlusu oldukları katliamın dahi mağduru olmaya soyundular. Bu, hep böyle olmayacak, hep biz erken ölmeyeceğiz. İki gündür tüm ülke bunu için ayakta.   

Acil olarak yapılması gereken sistemin değişmesi ve bu sistemin dolayısıyla katliamın sorumlusu hükümetin derhal istifa etmesi gerekir. Yoksa olayın üzeri örtülecektir ve hiçbir sorumlu hesap vermeyecektir. Ayrıca şirketin bu kadar korunması hükümet ve üyeleriyle çıkar bağlantısının karinesidir. Ki ilk andan itibaren yapılan kazanın şeklini, nedenini, madende bulunan işçi sayısını, ölen, yaralanan, kurtarılan işçi sayısının açıklanmayarak örtülmeye zemin hazırlanmasıdır. DİSK talepleri sıralamış aynen destekliyoruz.

  1. İş cinayetlerinin artışına neden olan taşeron çalıştırma derhal yasaklamalıdır.
  2. Özelleştirildikten sonra seri cinayetlerle gündeme gelen tüm madenler derhal yeniden kamulaştırılmalıdır.
  3. İşçi sağlığı sorununu özelleştiren iş güvenliği yasası çöpe atılmalı, tüm denetim yetkisi emek ve meslek örgütlerine verilmelidir.
  4. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı derhal istifa etmelidir.

*Soma madenciliğin açıklaması da bu olasılığı güçlendiriyor. Eğer böyleyse ciddi suç var ortada. Bu arada TMMOB ve bağlı odaların bu kanlı kapitalistlerin olayı örtbas etmesini önlemek üzere biran önce harekete geçmeli. Namuslu bilim adamlarını da alarak disiplinler arası bir heyet kurulmalı ve gerçeğin peşine düşmeliler. Yüksek ücret karşılığında rapor yazanlar karartmadan, bu yapılmalı.

Samut KARABULUT
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı