12 Eylül 1980 sabahı radyolar “Türk Silahlı Kuvvetleri Türk Milleti adına ülke yönetimine el koymuştur” anonsları yapıp, Türk Milletine sokağa çıkmayı yasaklarken, saatler öncesinden CIA ajanları ise ABD yönetimine “Bizim çocuklar Türkiye'de yönetime el koydu” diye mesaj geçerek, "kimin kimin adına yönetime el koyduğunu" deşifre ediyordu.
Üzerinden tam 27 yıl geçti …
Yaklaşık bir milyon kişinin gözaltına alınmasının üzerinden 27 yıl geçti. 7 bin kişiyi idam etmek istemelerinin üzerinden, 50 kişiyi idam etmelerinin üzerinden 27 yıl geçti. 171 kişinin işkencede öldürülmesinin, 30 bin kişinin yurt dışına kaçmasının üzerinden 27 yıl geçti. Yasal partilerin, derneklerin, sendikaların, gazetelerin yasadışı ilan edilip, diktatörlük uygulanmasının üzerinden 27 yıl geçti. Faşist darbenin üzerinden 27 yıl geçti ama, “12 Eylül Rejimi” hala sürüyor !
Çünkü başta anayasası olmak üzere, 12 Eylül'ün yarattığı tüm kurumlar varlığını sürdürüyor. Çünkü 12 Eylül ile kapısı açılan neo-liberal sömürü ve yıkım politikalarının yol açtığı yoksulluk her geçen büyüyor. Çünkü 12 Eylül’ün yol verdiği gericilik bu gün hala iktidardadır. Çünkü bu gün de işkence, yargısız infazlar, kanlı cezaevi operasyonları sürmektedir. Çünkü 12 Eylül faşizminin mimarı generallerin hiç birinden hesap sorulmamıştır !
12 Eylül darbesinin asıl amacı işçi sınıfının, emekçi halkın mücadelesini ezmek ve sermayeye dikensiz bir gül bahçesi sunmaktı. Bu amaçla, her türlü yasal ve yasadışı yöntemlerle halkın örgütlenmesi engellenirken, gericiliğin önü açıldı. DİSK, TÖB-DER, HALKEVLERİ ve diğer bir çok ilerici, emekten yana örgütler kapatılıp, yöneticileri işkencelerden geçirildi, hapislere atıldı. Özellikle Halkevlerinin kapatılması ile toplumda gericiliğin etkin hale gelmesinin uygun koşulları hazırlandı. Kapatılan her Halkevi şubesinin, Halkodası’nın karşılığında apartman katlarında mescitler ve bodrum katlarında kuran kursları açıldı. Halkevi şubeleri ve Halkodaları’ndaki halk toplantılarının yerini, tarikatların "zikir" toplantıları aldı. Hak mücadelelerinin canlı olduğu yoksul mahallelerde solun etkisi kırılarak gericiliğin yaygınlaşmasının önü açıldı. Devamındaki on yıllarda da gericilik, her tür denetimden azade serpilirken, her Halkevi şubesinin açılışını güvenlik kuvvetleri panzerlerle ziyaret ederek, çeşitli bahanelerle kapatarak; halkın aydınlanmasını, bilinçlenmesini engellemeye çalıştılar. "Ümmetten yurttaşlığa geçiş amacıyla" açılan Halkevleri kapatılarak, yeniden ümmete dönüş başlatılıyordu. Bunu yapanlar da Atatürkçü olduğunu söyleyen Orgeneral Kenan Evren ve cunta arkadaşlarıydı.
AKP’nin bugünkü gücüne ulaşmasının arkasında 12 Eylül darbesinin yarattığı soldan arındırılmış böyle bir ortam vardır. Din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, uçaklardan ayetlerin atılması, kuran kurslarının çoğaltılması, tarikatların gücünü arttırması hep bu dönemin marifetleridir.
Amaç; emperyalizmin “yeşil kuşak” projesinin Türkiye’de ki ayağını güçlendirmekti. Yeşil kuşağın bugünkü adı ise “ılımlı İslam”dır. Bugün AKP'nin ve İslamcı bir rejim kurulmasının engellenmesinin yolunu askeri bir darbede görenler (ki soldan da böyle bakanlar vardır) bu yakın tarihi hatırlamalıdırlar. Bu nedenle bu gün hala darbe çığırtkanlığı yapanlar, gerçekte 12 Eylül zihniyetinin takipçileridir.
Darbeden sonra dönemin işveren sendikaları başkanı "şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi sıra bizde" demişti. On yıllarca önce sendikal yasaklar, sonra kısıtlanmış ve polis baskısına alınmış sendikacılıkla, işçiler dizginsiz ezildiler. Emperyalizm ve uluslararası sermayenin IMF gibi kuruluşları, generallerin yarattığı rejim sayesinde ülkemizin ekonomisine ve siyasetine bu kadar rahat müdahale etme olanağı elde ettiler. Bu dönemde sermaye örgütlerinin akıllarına demokrasi gelmemekteydi. 12 Eylül rejimiyle başlayan süreç, bugün yeni liberal ekonomik yapının dizginsiz uygulanması olarak devam ediyor.
Bugün 12 Eylül faşizmiyle hesaplaşmak onun sonuçlarıyla hesaplaşmaktır. Bugün 12 Eylül'le hesaplaşmak onun halka dayattığı katliamcı, işkenceci uygulamalarıyla, baskıcı anayasası ile hesaplaşmaktır. Bugün 12 Eylül ile hesaplaşmak; halka yoksulluk ve işsizlik, işçilere sömürü ve sefalet getiren yıkımla hesaplaşmaktır.
Bu hesaplaşmayı, öncelikle 12 Eylül'ün mağdurları yapabilir ! 12 Eylül’den nemalanan, onun sonuçları sayesinde palazlananlar; ne 12 Eylül ile, ne onun generalleri ile, ne de anayasası ile hesaplaşabilirler. Nitekim bugünlerde “sivil anayasa” girişimleri kapsamında, 12 Eylül anayasasından kurtulacağımız vaatleri ile kimi hazırlıklar gizli olarak sürdürülmektedir. Biz biliyoruz ki, 24 Ocak kararlarına karşı çıkmadan 12 Eylül’ün anayasasına karşı çıkılamaz. Bugünkü AKP iktidarının programı, 24 Ocak kararlarını mumla aratacak kapsamda, emeğe yönelik topyekün bir saldırı programıdır. Bu nedenle şüphesiz hazırlayacakları anayasa da, buna uygun olacaktır. Yani özgürlükler içeren bir anayasa değil; neoliberal programın ihtiyaçlarına, kamusal hakların tasfiyesine uygun bir anayasa olacaktır.
12 Eylül’den hesap soracak olanlar, işçilerdir, köylülerdir, devrimcilerdir, emekçi halktır ! Bu ülkede kaybedilenlerin kazanılması ve artık kaybetmemenin yolu; 12 Eylül ile ciddi bir hesaplaşmadan geçiyor.
27 yıl da geçse, ne 12 Eylül generalleri, ne tekelci sermaye, ne de darbenin diğer suç ortakları; halka hesap vermekten kurtulamayacaklardır !
Kamuoyuna saygı ile duyururuz.