Sayın Divan,
Değerli basın mensupları
Değerli konuklarımız, omuzdaşlarımız, yol arkadaşlarımız
Ve dağların tepelerinde, vadilerin derinliklerinde, yoksul mahallelerin yıkık dökük duraklarında, hastane kapılarında, okul bahçelerinde, gecekondu damlarının altında, kentlerin en ücra sokaklarında ve en görünür meydanlarında bu ezilen, bu yoksul, bu namuslu halkın insanca yaşaması için dişiyle tırnağıyla mücadele eden, “Halkın Hakları” mücadelesini bayrak edinen yoldaşlarım…
Karanlığa meydan okuyan onurlu eşkıyalar, Halkevciler…
Ne güzel bir tesadüf bu… 42 yıl öncesinde Türkiye İşçi Sınıfının yaktığı büyük isyan ateşinin sıcaklığını yüreklerimizde hissettiğimiz bir 16 Haziran gününde başlatıyoruz 22. Kongremizi.
42 yıl önce tankların üzerinden aşırılan bayrağı, 42 yıl önce işçi düşmanlarının kafasına inen Ferhat’ın gürzünü elimizde sıkı sıkı tutarak selamlıyoruz Türkiye İşçi Sınıfını. Selam olsun isyanımızın yoğurucularına. Selam olsun “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri”ne nasıl ulaşacağımızı bize 42 yıl önce gösteren büyük işçi isyanının kahramanlarına!
Ve selam o kahramanlar kuşağının son neferine! Selam olsun çaylarına, derelerine göz diken zorbalara göğsünü kalkan eden Metin öğretmenime, Metin Lokumcu yoldaşıma. Selam olsun “Tek Yol Sokak, Tek Yol Devrim” sloganını ülkemin göğüne bir büyük ışık topu halinde yazan Hopa direnişçilerine!
Bu bir “saygı duruşu” değil!
Bu bir “kavga yemini”!
Hopa’da faşizmin karşısına 15-16 Haziran şehitlerinin, Mehmet Gıdak’ın, Yaşar Yıldırım’ın, Mustafa Bayram’ın kanlı gömleklerini giyerek çıkan Metin öğretmenimiz bize de giydirdi o gömleği! Bu direniş gömleğini kimse sırtımızdan çıkaramayacak andolsun!
Andolsun! 15-16 Haziran direnişini Hopa direnişine bağlayan, Anadolu halkının, emekçisinin ilk isyanında çarpan yürekleri avuçlarının içinde bugüne taşıyan Halkevciler olarak, bu büyük direnişlerden öğrendiklerimizle, zalime öfkemizi eksiltmeden, halkın umut ateşini soğutmadan, eşit ve özgür yarınlara inancımızı karartmadan, öfkeyle, inatla, umutla yükselteceğiz kavgamızı!
15-16 Haziran direnişi bize, işçi sınıfının ve emekçi halkın kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu öğretti. 15-16 Haziran direnişçileri “Ellerinize inanın” dedi bize; “Kurtarıcı aramayın”, “Çünkü bu dünya nasırlı ellerimizin üzerinde duruyor ve hepimizi, her şeyi, hayatımızı ve onurumuzu kurtaracak olan da işte o sert, çatlamış, yıpranmış ellerimizdir” dediler.
Hopa direnişçileri, Türkiye toplumuna dört bir koldan “AKP’ye teslim ol!” çağrıları yapılırken yüklendiler umutsuzluğun barikatlarına. Metin hoca elinde 15-16 Haziran direnişçilerinin yüreğiyle Hopa sokaklarında bozdu düzenin teslim alma oyununu. “Alın beni memleket kurtulsun” dedi ve kendini “memleketine”, emekçi halkın aydınlık geleceğine verdiğinde, umutsuzlara umudun kapılarını da açtı! Hopalılar umutsuzluk oyununu sokakta bozdular!
Aradan bir yıl geçti. Halkın kendi özgücüne dayanan oyunbozan isyanları üçüncü iktidar döneminde AKP’nin asabını bozmaya başladı.
AKP iktidarının gerici, piyasacı, erkek egemen, faşist, baskıcı politikaları artık umutsuzluk değil öfke biriktiriyor. Halkın öfkesi, yoksul sokaklarımızın karanlık göğünde çoban ateşleri gibi parlayıp sönmüyor artık, geceyi aydınlatan bir yangına doğru çoğalıyor.
Nasıl taşmasın ki bu öfke?
10 yılda yarattıkları şu ülkeye bakın!
10 yılda hapishaneleri dolduran genç-yaşlı, kadın-erkek, akademisyen-öğrenci, milletvekili-belediye başkanı, gazeteci-sanatçı, işçi-kamu çalışanı 15 bin tutsak!
10 yılda iş cinayetlerinde öldürülenlerin yattığı, yatamadığı 10 bin mezar!
10 yılda HES’çilerin kuruttuğu yüzlerce dere, yok ettiği milyonlarca ağaç, maden şirketlerinin zehirlediği yüzbinlerce dönüm toprak!
10 yılda sağlığımızı her gün pazardan satın almak zorunda kaldığımız bir sağlık sistemi yarattılar.
10 yılda yoksul evlerimizi başımıza yıkıp, viran ettikleri hayatlarımızın üzerine rezidanslar, alışveriş merkezleri, villalar diktiler.
10 yılda birinin yaptığını biri bozarak çocuk gelinler ve işçiler, itaatkar "kindar" nesiller yaratmak için ucube bir eğitim sistemi kurdular.
10 yılda emperyalizme aktif taşeronluk yapıp, bolca düşman yarattılar. Türkiye halklarını ateşe attılar
10 yılda Sivas katliamcılarını, Deniz Feneri hırsızlarını, hatırlı tecavüzcülerini, işçisini ölüme süren patronlarını, doğayı yok eden şirketlerini aklayacak, tüm muhaliflerine "düşman hukuku" uygulayacak bir yargı sistemi yarattılar.
33 kurşunla, Dersim ile yüzleşmekten bahsedenler daha dün Roboski’yi yarattılar!
Bugün “Kürtaj cinayettir” diyenler 10 yılda binerce çocuğu kurşunlayarak, hapse göndererek, hapishanede tecavüze uğratarak, "tinerciliğe" mahkum ederek mahvettiler. Kadın cinayetlerini 14 kat artırdılar.
Ama rüzgar eken fırtına biçer.
Türkiye halkları için bu felaketleri yaratanların felaketleri yakındır.
Her geçen gün sayısı artan, yayılan isyan ateşlerimizin ışığı, karanlığın sahiplerini ve bekçilerini ürkütüyor.
Çünkü teslim alamayan, boyun eğdiremeyen zorbanın sonu yakındır.
İşte bu yüzden gördükleri her direniş kıvılcımını gericiliğin, ırkçılığın ve kadın düşmanlığının zehriyle söndürmek istediler. Hepimize umut veren gençliğin isyanına karşı “dindar ve kindar nesil” projelerini çıkardılar. Panzerlerini ayaklarının altına alan kadına “kadın mı kız mı belli değil” diye saldırdılar. Onurlu bir barış isteyen Kürtlere “ölü sevici” diyecek kadar çirkinleştiler. Hayallerindeki topluma uymayan kim varsa ırkçı, gerici ve erkek egemen zehirleriyle yok etmeye çalıştılar.
Hayallerindeki toplum ne miydi?
Şu örnekle anlatayım hayallerindeki toplumu. 2008 yılında Konya’da kaçak bir Kuran Kursu bir gece çöküvermişti. 10-16 yaşları arasında 18 kız çocuğu enkazın altında can vermişti. İşte o çocukların aileleri kimseden şikayetçi olmadı ve katilleri dinden imandan bahsederek aramızda dolaşıyor. İşte hayallerindeki toplum bu.
Onların düşman oldukları ise hesap soran, hakları için mücadele eden halk!
Hesap soran halka düşmanlar. Bu nedenle başbakan, Roboskili anneler ve “yatıp kalkıp, (yani bıkmadan-usanmadan) Uludere” diyenler karşısında çıldırıyor. Bir fukaranın ölümüne neden olmuş zengin züppenin alaycı diliyle “para verdik ya susun” diyebiliyor ve hiç de yüzü kızarmıyor.
Onlar, hakları için mücadele edenlere düşmanlar. Bu nedenle Metin Hoca “eşkıya” ve çok da önemli olmayan “birisi” oluyor dillerinde.
Bu nedenle Hopa iddianamelerinde yumurtaya, taşa “silah” diyorlar.
Bu nedenle kürtaj hakkı isteyen kadınlara “kendinizi öldürün” diyorlar.
Bu nedenle sanatı da, bilimi de, gazeteciliği de “terörün arka bahçesi” ilan ediyorlar.
Tayip Erdoğan’ın, ağzından çıkan her kelimenin kutsal bir kanun olarak belleneceği itaatkar bir toplum yaratmak istiyorlar.
Ama bu iş o kadar kolay değil.
Kolay olmamasının iki sebebi var.
Birinci sebebi meydan boş değil biz varız ve ikincisi iktidar kendi krizlerinde debeleniyor.
Daha önemli ve belirleyici olduğu için birincisinden başlayalım. Evet işleri o kadar kolay değil çünkü bu ülkede karanlığa meydan okuyanlar var; Anadolu toprağına kök salmış İlericiler, Demokratlar, Sosyalistler, Devrimciler var! Halkevleri var!
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Halkevleri olarak, son dönemde bu meydan okuyuşun en etkili ve özgün çatılarından biri olduk.
Halkevleri olarak AKP’nin karanlığının kuşatıp boğamadığı bir ışık bahçesi olduk. Çünkü -gönül rahatlığıyla ifade ediyorum- biz hiç kül yutmadık.
Bundan iki yıl önceki Genel Kurulumuz bunun kanıtıdır. “Sivil demokratik anayasa” aldatmacası toplumun gözbağı olarak daha bu kadar paçavraya dönmemişken biz Genel Kurulumuzdan “AKP anayasasına hayır” kararı almıştık. Ve bu kararın arkasında dostlarımızla beraber sağlam bir biçimde durmanın ne kadar önemli olduğunu bu gün bir kez daha görüyor ve onur duyuyoruz.
AKP zulmünün halkı ezdiği her yerde, eşitlik için, barış için, özgürlük için, haklarımız için karanlığa meydan okuduk, gözümüzü budaktan sakınmadık. “Halkevleri” olarak, Halkevciler olarak, solun, sola gönül verenlerin yüzünü ak, gönlünü ferah ettik!
Karanlığa meydan okurken, yolumuzu kaybetmememizi sağlayan, Türkiye solunun, devrimci hareketinin tarihsel birikimidir.
İktidar, solun/devrimcilerin faşist zulme direnişte yitirdiklerini, yaşadığımız yenilgilerin acısını, faşist egemenliğini pekiştirmek için istismar etmeye kalkıştı; Biz “Bu tarih bizim” dedik.
Adana’da, Samsun’da, Kocaeli’nde solun tarihsel birikimine sahip çıkan yoldaşlarımız hapishanelere atıldı. Ama bir adım geri atmadan, “örgüt arıyorsanız buradayız” diyerek arkadaşlarımızı geri aldık.
Haramileri Hopa’dan defetmenin karşılığı olarak polis terörünün, Özel Yetkili Mahkeme tiyatrosunun hedefi olduk. Ancak tüm ilerici muhalefet güçleriyle, emekçi halkla omuz omuza AKP faşizmine karşı seferber olarak arkadaşlarımızı zindanlardan geri aldık.
İstanbul’da on binlerin karanlığa meydan okuduğu kuruluş yıldönümü şenliğimiz, yalnız bizi değil tüm devrimcileri, ilericileri, demokrasi güçlerini umutla gönendirdi.
1 Mayıs mitinglerindeki coşkulu turuncu nehirleri yaratan işte bu düşmana dik ve dosta açık duruşumuzdur.
İktidarla girdiğimiz bu çatışmaların ön yüzünde “üretenlerin yöneten olduğu”, “eşitliğin, özgürlüğün, barışın, kardeşliğin ülkesi” için mücadele azmimiz ve kararlılığımız var.
Ama bizim bu siyasi mücadelelerimizin altında bir büyük ırmak, yoksul halkın gürül gürül çağıldamaya başlayan mücadele ırmakları var. AKP iktidarına karşı öncü çıkışlarımızdaki sarsıcı etkinin en önemli kaynağı bir halk örgütü olmamızdır; bir halk örgütü olarak yoksul mahallerde, ezilenlerin, emekçilerin "hayat kavgası"nın örgütleyicisi olmamızdır. Etkililiğimizin sırrı, "80 yıllık bir gençlik örgütü" olmamız ve Türkiye'nin ilerici toplumsal muhalefetine halkın gündelik hayatının yaşayan ruhunu katabilmemizdedir.
Neoliberal yıkıma karşı hak mücadeleleri geliştiği her yerde, düzenin zayıf noktasını gösterdi. Hak mücadeleleri bu düzeni yıkacak devrimci öznenin doğum kanalının açıldığını müjdeledi. Sermaye birikiminin soğuk "akılcılığı", tüm yaşam olanaklarına saldırırken, Yaşam, varlık temelini hak mücadelelerinde, düzene isyanda bulmaya başladı.
Kentsel yağmaya karşı yükselttiğimiz barınma hakkı mücadeleleri bir Barınma Hakkı Kongresi’yle ulusal ölçekte bir mücadeleye evriliyor.
Sağlığın piyasalaştırılmasına karşı sağlık hakkı mücadelelerinin ısrarlı ve iradi örgütçüsü olduk. Bu mücadelenin sağlık hakkı meclisleriyle örgütsel bir forma dönüşmesine omuz verdik.
Doğanın talanına karşı bulunduğumuz her yerde direndik. Derelerin kardeşliği için nöbetteydik. Altın madencilerine karşı köylü seferberliğinin çatısı olduk. Fabrikaların zehirli bacalarını korumaya gelen kolluğun karşısında omuz omuza direnişteydik.
Tüm temel hizmetlere erişimin insanlık dışı piyasa yasalarıyla kısıtlandığı bir dönemde o yasaların yok hükmünde olduğunu gösterdik. Turnikelerini, akıllı sayaçlarını işlemez hale getirdik. Hakkımızı "istemekle" yetinmedik, dilenmeyen, "alarak isteyen" bir mücadele çizgisini yaygınlaştırdık.
Hak mücadeleleri, neoliberal kapitalizmin Türkiye çavuşlarının “kader” dediğinden, bir büyük umut ve yeni bir direnişçi kuşağı üretiyor. Halkın eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, enerji, su, güvenceli iş, iletişim ve engelli hakları, barış içinde yaşama, kimliğine saygı ve eşit yurttaşlık talepleri olarak hak mücadeleleri sadece karşı olunanı değil, nasıl bir dünya istediğimizi de anlatıyor. Hak mücadeleleri, bugünün sosyalizmini gerçek ve zorlu bir kavganın içerisinde tarif ediyor.
Önümüzdeki dönem bu direniş hattı ve direnişçi kuşağı büyük bir sınav verecek.
“Bitti” denilen 4+4+4 kavgası daha yeni başlıyor, çünkü piyasacı ve gerici hedefleri sentezleyen bu mektep sistemi daha başlamadan çuvallıyor.
İmam Hatip açmak için kapatılan ilköğretim okullarının velileri, öğretmenleri ve öğrencilerinin sürgüne karşı mücadelelerini okul okul, mahalle mahalle kucaklıyoruz.
"Kindar" nesil yaratmak isteyenlerin karşısına "dindarlar" da çıkıyor artık.
Eğitimde piyasalaşmaya ve gericileşmeye karşı mücadeleye, öğretmenleri, velileri ve öğrencileri buluşturan Eğitim Hakkı Meclisleriyle yeni bir güç ve ivme kazandıracağız.
Biz sadece bir "gençlik örgütü" değiliz, aynı zamanda bir "kadın örgütü"yüz. "Halkevci Kadınlar" olarak AKP’nin kadın düşmanı politikalarına isyan eden yeni kadın militanlığının temsilcileri arasında yer alıyoruz. Bu iktidarı kadın bedenine ve yaşamına musallat olduğuna pişman edeceğimizi, her yerde yakalarına yapışacağımızı buradan ilan ediyoruz.
Hak mücadeleleri önümüzdeki dönemde hem yoksul halkın hem de iktidarın giderek artan bir ilgi odağı olacak. Çünkü şu sıralarda Avrupa'yı sallayan krizin Türkiye'yi de sallamaya başlamasının önünde fazla bir zaman yok.
2008’den bu yana debelenen kapitalizm artık yoluna bu şekilde devam edemez. Krizin patronlarını emekçi halka gösterdikleri tek yol ise "kavga". Bize insanca yaşamın en asgari şartlarını bile sağlayamayacaklarını itiraf ediyorlar. "Tek yol barbarlık" diye diye birer birer yıkılıyorlar. Halkın hakka, iktidarın itaate ihtiyacı şiddetlendiği kriz merkezlerinde, "isyan" halkın tek umudu, neoliberal iktidarın ise "Sûru" oluyor.
Kapitalist Dünya Sisteminin krizi, ne kadar ertelenirse ertelensin, Türkiye'nin de kapısına dikilecek. O zaman muktedirlerin karşısına dikilmeyi “daha elverişli” zamanlara erteleyip "ehven-i şer" peşinde mi koşacağız? Geleceğimizi bir kez daha egemenlerin gerici iç kavgalarına mı bırakacağız?
Elbette hayır!
Bizce tam da böylesi bir zamanda meydan okuma, devrimci müdahale gereklidir. Bu müdahale gündelik siyasetin dar ufkuna, temsili demokrasinin sınırlı çerçevesine indirgenemez. Bu müdahalenin adresi sokak, parolası "devrim" olmalıdır.
AKP iktidarının son dönemde daha otoriter, daha şoven, daha gerici bir çizgiye oturması da kapitalizmin dünya çapındaki krizinden ayrı değil. Ekonomide, Kürt sorununda, dış politikada verilen vaatler yerine getirilememiş, ufukta büyük riskler belirmiştir.
Övünülen “ekonomik büyüme”de işsizlik %10'a çakılmış, güvencesizlik kural olmuştur. Temel hizmetler %20-30 zamlanırken kamu emekçisine yüzde 3+3 zammı reva görenlerin masalları artık en sadık yandaşlarını bile uyutamamaktadır. Büyüme dedikleri milyonları açlık sınırının altına itip yandaş milyarderleri çoğaltmaktır. Büyüme dedikleri verimlilik adına akıtılan işçi kanını, rekabet gücü adına sefaleti artırmaktır. Büyüme dedikleri, bizim borç yükümüzü artırıp, finans kapital karlarını büyütmektir. Büyüme dedikleri doğanın yıkımının, kentlerin yağmasının büyümesidir. Büyüme dedikleri insanlığın başına gelen en büyük felaketin, kapitalist barbarlığın büyümesidir.
AKP, ekonomide şişirdiği balonların patlaması riskiyle karşı karşıyadır. İşte IMF ve Dünya Bankası’nın övgülerine mazhar olan Tunus ile Mısır, işte şantiyeler ülkesi İspanya, işte AB üyesi Yunanistan… Masalının sonunu gören AKP can havliyle emeğe saldırıyor. Kazanılmış hakları gasp edip, mücadele kanallarını tıkıyor, grevleri yasaklayıp emekçileri yandaş sendikalarının boyunduruğuna almak istiyor.
Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. AKP’nin karanlığı karşısında çoban ateşi gibi ışıyan işçi direnişleri bir biri ardına boy veriyor. Bu düzenin sonunu getirecek isyanı tutuşturacak ateş sönmüyor, sönmüyor.
AKP’yi zora sokan bir kriz odağı da tabii ki Kürt sorunu.
"Açılım” masalları iflas eden AKP Uludere’de döktüğü kanda debeleniyor. BDP’li belediye başkanları ve vekiller hakkındaki tutuklamalar ve bol hapis cezalı davalar sürerken, dağda ovada cenazeler kalkmaya devam ederken ortaya atılan yeni “çözüm” masallarının bir hükmü yok. AKP’nin Kürt sorununda sermayesi tükendi. Artık yalnızca silahları ve hapishaneleri var.
Ama onuruna sahip çıkan Kürt halkı dimdik ayakta. KCK davalarıyla “temsilcimiz” bırakılmak istenen Kürt halkı bir “Zümrüdü Anka” efsanesi yazıyor. Tutuklanan temsilcilerini onbirlere kucaklıyor. “Kardeşlik” diyen halklar ve “bu kan dursun” diyen analar, zalimin sofrasına gide gele değil, AKP’yi sokakta yene yene kazanacak barışı.
AKP’nin bir başka krizi de dış politikada yaşanıyor. AKP sayesinde sorun yaşamadığımız tek bir komşumuz kalmadı. Türkiye’ye müdahaleci, ABD işbirlikçisi gözüyle bakan bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkiler gerilemeye başladı. Afganistan’a giden askerler tabutlar içinde döndü. Irak, İran ve Suriye’yle ipler atıldı. AKP’nin doğrudan müdahaleleriyle iç savaşa sürüklenen Suriye’deki yangın yanı başımızda, bize sıçraması an meselesi. Leş kargası olma umudunu, Kasım’daki ABD seçimlerine kadar erteleyen AKP, hala Suriye'de iç savaşı körüklemekle meşgul.
AKP, bir taraftan da şiddetlenen iktidar içi gerilimlerle boğuşuyor. Ancak kötünün içinden iyi bir şey çıkmaz. Ve devrimci bir müdahale yoksa kriz pislikten başka bir şey üretmiyor. AKP dayandığı gericilik koalisyonunu sürdürebilmek için “ustalarının”, Demirel'lerin, Erbakan'ların, Türkeş'lerin izinde yürüyor; Irkçılık ve Gericilik silahına sarılıyor. Türk-İslamcı kitle desteğini tahkim etmek için açıktan Alevi düşmanı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı hamlelerle gericiliği ve şovenizmi kışkırtıyor.
AKP bu politikalarıyla kendi mezar kazıcılarını sahneye davet ediyor. Ve biz bu sahnedeyiz. Taşeron işçilerinin, metal işçilerinin, enerji işçilerinin, sağlık çalışanlarının, eğitim emekçilerinin, hava yolu işçilerinin mücadelelerindeyiz. Barınma hakkı mücadelelerinde, doğa ve yaşam hakkı mücadelelerinde, Hopa’da, Newroz’da, gazetecilerin, üniversitelilerin, sanatçıların demokrasi mücadelelerinde, 1 Mayıs’larda, kadınların isyanında, 4+4+4’e karşı yükselen eylemlerdeyiz. Halkın AKP’ye karşı yükselen ve akacak mecra arayan öfkesinin yandığı ocağız. Bugün bize düşen devrimci görev, muhalefet güçlerinin özgüvenini büyütmek ve tepkilerini eyleme dönüştüren halk kesimlerini devrimci özneye dönüştürecek mücadele hattını geliştirmektir.
Kritik iki yılın arifesindeyiz. AKP seçim baskısından azade olduğu 2013 sonuna kadarki süreç içinde saldırılarını tırmandıracak. 2014’te ülke gündemine yerleşecek olan yerel seçim sürecine ise işte bu saldırı döneminde yürütülen mücadelelerde elde edilen mevzilerden müdahale edilecek. AKP dışındaki seçilmişlere ne Meclis’te ne de belediyelerde siyaset hakkı tanınmadığı, halkın ancak sokakta yürütülen militan mücadelelerle somut bir siyasal varlık kazanabildiği koşullarda Halkevleri’nin sloganı yine “Tek Yol Sokak Tek Yol Devrim” olacak. Siyasetin diğer alan ve araçlarına dönük tavrımızda belirleyici zemin, somut mücadele süreçlerinde açığa çıkan talepler, bir araya gelişler, programlar, temsiliyetler olacak.
AKP saldırganlığı 12 Haziran seçimlerinin ve Anayasa referandumunun ardından daha kurumsal bir temele yaslandı. Bu süreçte liberaller şaşkınlık içinde devre dışı bırakıldı, ulusalcılar ise zaten çoktan havlu atmıştı.
Şimdi karşılarında yalnızca direnen halklar var!
AKP iktidarını yenmek için halkın gücü yeter de artar bile!
Halkevleri olarak söz veriyoruz, iddiamızı ortaya koyuyoruz ve dostlarımızı bu mücadelede omuz omuza vermeye çağırıyoruz.
Eğitim hakkına dönük gerici-piyasacı saldırıyı ve kadın düşmanı girişimleri püskürteceğiz. Afet yasasıyla başlatılan yeni saldırı süreci karşısında barınma hakkı mücadelelerini büyüteceğiz. Doğamıza ve yaşamımıza dönük saldırılar karşısında HES’lere, termik santrallere, maden şirketlerine geçit vermeyeceğiz. Sağlık hakkı meclisleriyle halkın sağlık hakkı mücadelesini yükselteceğiz. Enerji, ulaşım, su, iletişim hakkımız için, insanca yaşam güvenceli iş hakkımız için mücadele edeceğiz. Bilimi, sanatı, iletişim hakkımızı ve basın özgürlüğünü savunacağız.
Halkı hak mücadeleleri içinde özneleştirecek, bu mücadelelerin doğrudan demokrasiye dayanan örgütlerini aynı zamanda birer özyönetim mekanizması haline getireceğiz. Faşizmin sahtekar demokrasi palavralarına karşı halk demokrasisini dikeceğiz.
Bu boş bir iddia, temelsiz bir cüret değil!
Biliyoruz ki AKP saldırganlığı, hak mücadeleleri, halkın mücadeleleri ile püskürtülebilir. Bunu savaş tezkeresini geri çektirdiğimiz 1 Mart 2003’ten, metrobüs zamlarını geri çektirdiğimiz İstanbul’dan, HES projelerini iptal ettirdiğimiz Hopa’dan, kentsel dönüşüm projesini durdurduğumuz Dikmen Vadisi’nden, hapisteki arkadaşlarımızı geri aldığımız Ankara Adliyesi önünden biliyoruz.
Biliyoruz ki sorun temelde bir düzen sorunu ve onlar istediği kadar sola saldırıp kapitalizmi aklamaya çalışsın, kapitalizm can çekişmektedir. Bugün çok daha büyük bir cüretle ve özgüvenle defalarca söyleyebiliriz: halklara barbarlıktan başka bir şey sunmayan kapitalizme karşı halkların kurtuluşu kendi eseri olacaktır, sosyalizm olacaktır.
Daha çok örgütlenmemiz, daha çok çalışmamız, daha zengin araçlar ve mücadele taktikleri geliştirmemiz gerektiğinin farkındayız.
Mücadelenin farklı kesimlerini daha etkin bir şekilde bir araya getirmemiz gerektiğini hiç aklımızdan çıkarmıyoruz.
Mücadelenin örgütünü mücadele alanlarından çıkaran Halkevciler olarak, halkın hakları mücadelesinden halkın iktidarına giden yoldayız. Tarihin yeniden hızlandığı ve siyaset sahnesini alt üst eden sürprizler hazırladığı bir zamanda, kapımızda bekleyen daha büyük görevlere de hazırız!
Bugün o gündür… Gereken ne ise yapılacaktır. Kavgaysa kavga!
Yolumuz açık olsun…