Sağlık hizmetlerinin sosyal bir sistem olarak örgütlenmesi kapitalist sistemin gelişim süreciyle yakından ilişkili. Bir yandan sağlık hakkı yok sayılarak basit bir meta üreticisi olarak görülen işçilerin mücadelesinin güçlü bir parçası haline gelmesi diğer taraftan sınıf mücadelesinin hızla düzen dışına kayarak sosyalist bir sistemi hedeflemesiyle kapitalist sistem işçi sınıfının temel taleplerini sistem içinde tutmak için pek çok temel hak alanında olduğu gibi sağlık alanında da “sosyal” bir sağlık sistemi kurmak zorunda kaldı. Özellikle sosyalist ülkelerin anayasalarında sağlıklı yaşamın her vatandaşın temel bir hakkı olduğunun vurgulanması kapitalist ülkeleri de bu alanda daha ciddi düzenlemeler yapmaya itti. Sağlık hakkının uluslararası sözleşmelere dahil edilmesi de bu sürecin sonunda gerçekleşti.
Ancak 1970’li yıllarda başlayan ve sosyalist sistemin çözülmesiyle sert biçimlerde uygulamaya konulan vahşi kapitalist uygulamalar sağlık alanındaki gelişmeleri de yakından etkiledi. Sermaye sınıfı açısından diğer temel kamusal hizmetler olduğu gibi sağlık alanı da piyasanın sermaye hacmini büyüten, kar sağlayıcı unsurlarından biri haline getirildi.
Kapitalist hükümetlerin kamu sağlık hizmetlerini kötüleştiren politikaları kamunun açığını kapatmak için bilinçli olarak güçlendirilen özel sağlık kuruluşları izledi. Ve birkaç yıldır kendisi de ticari bir işletme gibi çalışan kamu sağlık kurumlarıyla bu alanın tamamı ticarileştirilmiş oldu. Ancak diğer taraftan bu süreç yavaş yavaş halkın sağlık hizmeti almada sıkıntılarla karşılaşmaya başlayacağı sorunlar üretmeye başladı. İlaç alımının sınırlanması, kamu ve özel sağlık kuruluşlarında cepten ödeme uygulamaları provizyon alımının zorunlu hale gelmesi önümüzdeki yıllarda vatandaşın sağlık hizmeti alımında ciddi sıkıntılarla karşılaşacağı anlamına geliyor. Sağlık hizmetinin rekabete açılması ve hizmeti sunan emekçilerin maliyet unsuru olarak görülmesiyle sağlık hizmetinin niteliğinde ciddi düşüş ve etik ihlallerinde artış gözlenmektedir.
Özellikle sorunu hastalanmayı önlemek olarak ele alan sağlık hizmeti anlayışının temel aldığı koruyucu sağlık hizmetleri birkaç yıldır aile hekimliği uygulamasıyla dejenere edilmiştir. Bu sistem ekim ayında İstanbul’da da uygulamaya konacaktır.
Aile hekimliği sistemiyle yetersiz de olsa koruyucu sağlık hizmeti vermeye çalışan “bölgesel” sağlık ocağı sistemi kaldırılacak ve sağlık sorununu bireye yönelik tedavi edici hizmet olarak gören ve hekim hasta ilişkisini müşteri ilişkisine dönüştüren bir sistem getirilmesi öngörülüyor.
Bütün bunlar karşısında ortaya çıkan tabloyu emekçi halk kitlelerinin sağlık hakkının gasp edilmesi olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Bu şekilde ulaşım, ısınma, aydınlanma, su kullanımı, barınma gibi en temel insan haklarıyla birlikte sağlık hakkı da sermaye sınıfının birikim sürecinin ihtiyaçlarına kurban edilmektedir.
Sorunun bu şekilde algılanmasının diğer önemli unsuru sağlık hakkının gasp edilmesinin sadece ülkemizde değil kapitalizmin uluslararası boyuttaki uygulamasının sonucu olduğunun kabulüdür. Dünyanın benzer ülkelerinde de yaşandığını bilmemiz ve bu anlamıyla dünyanın başka ülkelerindeki deneyimleri önemsememizdir. Sorunu sadece “devletin yapması gereken bir hizmet” olarak kabul edip sorunu devlete havale etme anlayışı yerine özneyi sağlık hakkını talep eden halk kitleleri olarak görüp mücadelenin taraflarını bu şekilde oluşturmak gerekiyor.
Özellikle dünyanın değişik yerlerindeki deneyimlerden faydalanarak farklı araç ve yöntemler üreterek sağlık hakkının yerine getirilmesi sürecini aynı zamanda anti kapitalist bir toplumsal bir bilinçlenme süreci olarak örgütleyebilmeliyiz. Talep etmenin yanı sıra talebi bir mücadele olarak örgütlemek ve alternatif sağlık hizmeti anlayışını somut bir gerçeklik haline getirmek de bu mücadelenin öznelerinin sorumluluğu altındadır.
Bu alanda uluslar arası sözleşmeler de sağlıklı yaşamı her bir insan için “hak” olarak kabul etmiştir ve Türkiye bu sözleşmeye taraf olarak yükümlülük altına girmiştir ve Türkiye’nin uluslar arası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir.
Bu sistemli gidişin durdurulması, geriletilmesi veya toptan ortadan kaldırılmasını kapitalist sistemin temel işleyiş mekanizmalarına bir eleştiri getirmeyen siyasal parti veya anlayışlardan beklemek son derece yanıltıcı olacaktır.
Esas olan bu vahşi kapitalist uygulamaların mağduru olan çalışan sınıflar, esnaf, emekli ve yoksul halk kesimlerinin sağlıklı yaşam hakkı talebini dile getirmeleri ve bunu toplumsal bir mücadele olarak örgütleyebilmeleridir.
Orta vadede mağdur halk kitlelerinde sağlık hakkı sorununu bir gündem ve eşit-nitelikli ve ücretsiz sağlık hakkı talebini meşru bir talep haline getiren bir hegomonya sağlanmalıdır. Bu süreç giderek verili sistemin uygulayıcılarını muhatap almaya zorlayan, mevcut uygulamalarda delik açan, gerileten ve hatta ortadan kaldıran bir toplumsal güce ulaşmayı hedeflemelidir.
Bu sürecin örgütlenmesinde medyanın etkin ve doğru kullanımının sağlanması son derece önemlidir. Sağlık sorunlarını magazinel boyuta indiren ve gösteri dünyasının bir parçası haline getiren anlayış mahkum edilerek bir taraftan sağlık hakkını gündemine alan diğer taraftan hastalığı sosyal boyutlarıyla ele alıp hastaları doğru biçimlerde yönlendiren bir medya için özel bir çaba içerisine girilmelidir.
Özellikle İstanbul’un artan nüfusu karşısında her geçen gün daha da yetersiz hale gelen kamu sağlık hizmetlerinin ve özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin arttırılması talebi öne çıkarılmalıdır. Sağlık ocağı olmayan yerlerde sağlık ocağı kurulması talebi öne çıkarılmalıdır. Ancak bu talep basitçe bir sağlık ocağı binasının kurulması ve buraya ilgili personelin atanmasıyla sınırlı kalmamalı bununla birlikte sağlığı çevresel faktörleriyle birlikte ele alan ve kamu yönetiminin öncelikle vatandaşın sağlıklı bir çevrede barınma, beslenme ve temiz bir çevrede yaşama hakkının sağlık ocağı sistemiyle yerine getirilmesini mutlaka güçlü bir talep haline getirilmelidir. Aynı şekilde vatandaşların bulundukları yerde ya hastane bulunmadığı için ya da sınırlı imkanlarla donatılmış hastaneler olduğu için bulundukları yerlerin dışındaki sağlık kurumlarına yönlendirilmekte ve sağlık hizmetine ulaşımda ciddi zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu konuda belli nüfus başına gerekli olan kamu hastanelerinin inşası için somut bir talep oluşturulup ilgili merciler üzerinde baskı gücü oluşturulmaladır.
Özellikle tersanelerde verilen sendikal mücadeleyle gün ışığına çıkan ya da maden kazalarında olduğu gibi saklanamaz bir gerçeklik olarak kamuoyuna yansıtılmak zorunda kalınan ama bu mücadelenin olmadığı inşaat vb. pek çok alanda görünmeyen iş kazalarının ciddi bir halk sağlığı sorunu haline geldiği açıktır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun sağlık hakkı mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak ele alınması zorunluluktur.
Sağlık hizmetine ulaşmada en fazla sorun yaşayan kesimi engelliler oluşturmaktadır. Engellilerin sağlık hizmetine kolaylıkla ulaşması, sunulan hizmetin sınırlamalardan kurtarılmasını somut bir talep haline getirip aynı zamanda bu alandaki sivil toplum kuruluşlarının basit bir yardım kuruluşu gibi çalışmak yerine bu mücadelenin bir parçası haline getirilip daha etkin çalışmasını sağlayabilmeliyiz.
Yaşamın içinde göremediğimiz evde bakım gerektiren hastalarımıza ve özellikle hala tam olarak nereye koyacağımızı bilemediğimiz psikiyatrik bozuklukların tedavisinde kamu hizmetlerinin daha yaygın ve etkili bir sorumluluk almasının sağlanması, görünmeyen ama çok sayıda ailenin bütün hayatını altüst eden bir sorunun çözümüne ilişkin somut öneriler oluşturmak ve bunu kamuoyuyla paylaşmayı önemsemek gerekiyor.
Sonuç olarak bir hak olarak sağlığı tartışmak bir sistem tartışmasıdır. Bu hakkın elde edilmesi aynı zamanda toplumsal bir yenilenme sürecinin mütevazi bir parçası olarak ele alınmalıdır. Kapitalist sisteme kazandırılmış bazı hakların kullanımı için yasaların uygulanmasını talep etme, bütçenin sorgulanması, yargıyı etkin olarak kullanma vb. mücadele yöntemlerinin yanında esas olarak herkesin parası kadar insan olduğu, herkesin parası kadar sağlık hizmetine ulaşabileceği anlayışından her vatandaşın doğuştan sahip olduğu ve uluslar arası sözleşmelerle güvence altına alınan haklarına maddi gelir, statü veya başka hiçbir koşul aranmaksızın rahatlıkla ulaşabileceği ve yararlanabileceği bir sisteme ulaşmayı hedeflemek dolayısıyla sağlık hakkı mücadelesini toplumsal mücadelenin bir parçası haline getirmek amaçlanmalıdır. Sadece parasız sağlık hizmeti talebi yerine nasıl bir sağlık hizmeti istediğimizi bu talebin sahipleriyle birlikte örgütlediğimiz ve somut bir gerçeklik haline getireceğimiz bir mücadele sürecini öngörebilmeliyiz.