Türkiye siyasetinin en tartışmalı konularından “türban serbestisi” demokrasi paketi ile tekrar gündemimize girdi. Paketle fiili olarak hayata geçmiş birçok uygulama yasal bir altyapıya kavuştu. 30 Eylül’de kamuoyuna sorulmadan duyurulan paket, “kılık-kıyafet yönetmeliği” içinde kamuda türban serbestisini düzenliyor. Tartışmayı erkek egemen parlamenter siyasetten alıp kadın mücadelesi için aktif olarak çalışan veya bulunduğu yerde mücadelenin bir köşesinden tutmuş tüm kadın arkadaşlarımızla tartışabileceğimiz bir zemine çekmek istiyoruz.
Bu tartışmaya gelmeden önce bazı soruları cevaplamak için, birkaç noktayı hatırlamakta fayda var. 11 yıllık iktidarı boyunca neoliberal-İslamcı dönüşümün kurucu aktörü olan AKP, ülkemize demokrasi getirmiş midir? Kadın düşmanlığını neoliberal-İslamcılığın kuruluşunda temel dayanaklardan biri haline getiren AKP, kadınlara özgürlük vaat edebilir mi?
Kadın ve erkeği eşit görmeyen bir Başbakan’ın yönettiği AKP’nin en akılda kalan icraatlarını şöyle bir sıralayalım:
Kadınların kürtaj hakkını yasaklamaya çalışmak,
Kadınların sezeryanla mı, normal doğumla mı çocuk doğuracağına ve kaç tane doğuracağına karar vermek,
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adından kadını çıkarmak,
%1400 oranında artan kadın cinayetleri,
Esnek, güvencesiz ve ucuz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştırılması,
Taciz ve tecavüzün artması, kadın düşmanı yargı kararları,
AKP’li erkeklerin başta Tayyip Erdoğan olmak üzere söylediği kadın düşmanı sözler.
Evet, 11 yılda daha burada sayamadığımız onlarca kadınlara özgürlük(!) bahşeden uygulamalar…
Kadının özgürlüğü için hesaplaşma vakti
Genel bir özet geçersek; türban, ülkenin ilk kuruluş yıllarından itibaren sorun olarak dursa da bugünkü tartışmalara rengini verdiği dönem 28 Şubat sürecinde yaşananlar oldu. Bu dönemde başlayan türban yasağı ve buna karşı eylemler AKP’yi iktidara taşıyan en önemli politik argümanlardan birisi olarak bugüne kadar geldi. Türban eylemleri AKP’nin iktidara gelmesi sonrasında sona erdi. Fakat bizzat Tayyip Erdoğan tarafından, Tekel eylemlerinden hatırlanacağı üzere, iktidarı her zora girdiğinde gündeme getirilerek kullanılan bir konu oldu.
Türban AKP’nin programında asla “dindar kadınlara” sunulan bir “özgürleşme” aracı olarak yer almadı. Zaten kadınların her şeyine karışan, kadınların kararını hiçe sayan bir iktidarın programında kadınlara eşitlik, özgürlük yer alamaz. Üstelik tartışmanın bir diğer önemli boyutu türbanın kadını özgürleştirebilecek bir unsur olamayacağı. Her ne kadar türbanlı kadınlar “inancım gereği” dese de inancın geldiği yer kadınları ikinci sınıf gören, örtünmeyi veya mahrem yerlerini kapatmayı erkeklerin nefislerine hakim olamayacağından çıkaran bir inanç. Bu nedenle devrimci kadınlar türbanlı kadınlara değil, türbanın varlıksal anlamına karşıdır. Türbanı bir özgürlük olarak sunmak, onun kadının ikincil konumunu sürekli anımsatan bir imge olduğunu unutmak demektir. İktidarı boyunca kadına yönelik şiddet vakalarının yaygınlaşmasından gündeme getirilen kadın istihdamı paketine kadar neredeyse her alanda kadını ikincilleştiren, kadın emeği ve bedenini değersizleştiren iktidar türbanı da aynı amaca hizmet eden bir taktik ve araç olarak kullanmaktadır.
Sözün özü türbanla kadınların girdiği hesaplaşma, kadınların türbanı tercih eden hemcinsleri ile girdiği bir hesaplaşma değil. On binlerce yıllık erkek egemen sistemle, erkek egemenliği ile işbirliği içindeki kapitalizme ve kadın düşmanı tüm ideolojik inançlarla girilmiş bir hesaplaşmadır.
Kamuda “makbul” olmanın koşulunu AKP mi belirliyor?
AKP gerici, neoliberal, cinsiyetçi ideolojisini yayacağı alanların başında eğitimi gördüğünden ilköğretime getirdiği 4+4+4 düzenlemesi ile en büyük atağını gerçekleştirdi. Türban sorununa çözüm getirildiği iddia edilen ve tartışmanın en önemli kilit noktalarından biri de burası. 4+4+4 her boyutuyla tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Eskiden olduğu gibi bugün de okul sırasında hiçbir şeyden habersiz çocuklar yine devletin hakim ideolojisiyle karşı karşıya. Türbanlı bir öğretmeni, okullarda artan dini, muhafazakâr uygulamalardan bağımsız tartışmak ne kadar mümkün? Bu noktada “…ama dindar erkekler her yerde yer alabiliyor” tartışması anlamsız kalıyor. Birincisi ortada çok açık bir dini simge var, ikincisi “dini yaşama gerekli hassasiyeti göstermeyenler(!)” kadın-erkek ciddi baskı altında. Yani dindar erkekler de artık çok açık kendi ideolojisinin propagandasını yapabiliyor. “İşe türbanla da gidecek, oh ne güzel!” diyen AKP’liler, kadınların doğum izni, emzirme izni, güvenceli iş, insanca yaşam, kıdem tazminatı, her iş yerine kreş gibi hakları için neden aynı özgürlükçülükle yaklaşmıyor?
Kamuda türbanı serbest bırakan ve kadınların rahat çalışacağını söyleyen AKP, okula gönderilmeyip çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları için özgürlükçü yaklaşmıyor. Aksine 4+4+4 eğitim sistemiyle çocuk gelinliğin önünü açıyor. Başbakanın Dünya Kız Çocukları Günü’nde yaptığı açıklamaya dikkat: “Okumamış kız çocuğu sadece ekonomik bir kayıp değildir, eğitim imkânı bulamamış bir kız çocuğumuz, hanım kardeşimiz aynı zamanda istikbalin bir annesi olarak doğacak çocukları için de bir kayıptır, dezavantajdır.” Ardından ekliyor: “Devlet ve devletin okulları, çocuklarımıza, özellikle de kız çocuklarımıza kendi değerlerini unutma, inançlarının gereğini çiğneme yönünde maalesef baskı yaptı, dayatmalarda bulundu.” İstanbul’dan Anadolu’nun en ücra köşesine kadar herhangi bir yerde, herhangi bir muhafazakâr ailenin kız çocuğunun bu koca laflar altında okumaya çalıştığını düşünün. Eğitim alanında türbanı, ülkeyi tek bir lafıyla değil, dayandığı tüm gerici ittifakıyla her koldan yöneten bir iktidarın baş temsilcisinin sözlerinden bağımsız tartışmak mümkün olmuyor.
Türban sorunu elbette tek başına bir kılık kıyafet sorunu değil. Kılık kıyafet konusu bugüne kadar erkek egemenliğinin kadınlar üstünde denetim ve baskı kurmasının bir aracı oldu. Pakete göre uygulamanın nasıl gerçekleşeceği yönetmeliklerle belli olacak. Yönetmeliklerle kamusal bir alana hangi tipte, hangi giyimde vatandaşın kabul göreceği belirleniyor. Bunu çok genelleştirmeden kadınlar açısından ele alalım. 11 yıllık iktidarının önemli bir ayağını kadınlar üstüne basarak geçiren, kadınlar için “iyi eş, iyi anne” rolüyle “makbul hanımlar” profili çizen bir erkekler ittifakının partisi AKP var karşımızda. Üstelik ne yazık ki uç örnekler olmaktan çıkıp neredeyse her gün ansızın karşımıza çıkan kadın düşmanı AKP kurmaylarının açıklamalarına bakacak olursak bazılarımız için kamuda yer almanın koşulları hala sert ve çetin. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, paketin ilgili bölümünü şöyle açıklamış “Üniversitelerde başörtüsü serbestisi olursa üniversiteye çarşaflı dolar diyorlar. Bu toplum dengeli olanı bulur. Başörtü takmak illaki çarşaf giymek anlamına gelmediği gibi başı açık olanlar da illaki bikiniyle okula gidecek diye bir kaide yoktur.” Mesele yine kadınların eteğiyle örtüsü arasında kaldığı, birbirlerinden ayrıştırıldığı bir yerden tartışılıyor. Hatta yönetmelikte net ifadelerle yer almasa da bluzun “şuh rengi” ya da aksesuarların “abartısının” kime göre, hangi ahlakın kurduğu dengeye göre makbul sayılacağı tecrübelerle sabit, kimin kimi işaret ettiği belli. Türbanlı bir kadının da başını “İslam’a uygun” kapatmadığı gerekçesiyle uyarılması bu şartlarda mümkün görünüyor.
Kadınlar okulda, mahkeme salonunda, muayenehanede giyimleriyle (örtülü veya örtüsüz), konuşmalarıyla, kahkahalarıyla sürekli hedef tahtasındayken “Hak ve özgürlüklerde eksikte olsa ilerleme kaydediyoruz” minvalinde ortaya çıkan açıklamaları anlamakta zorluk çekiyoruz. En yakın örnek, 26 yaşındaki Didem Yaylalı. Didem içki içtiği ve kılık kıyafeti konusunda gelen uyarılara uymadığı gerekçesiyle HSYK’nın hâkime kriterlerine uygun bulunmadığı için intihar etti. Genç bir kadın aslında tek başına ayakta durduğu ve birilerinin kafasındaki ölçülere uymadığı için yaşamdan koparıldı. Bu “birileri” kadınların hiç kabul görmediği, onur ve şahsiyetin geri planda kalıp koltuğun öne çıktığı karar mekanizmalarında kendine yer bulunca fikirleri de bağımsız değil, yandaş oluyor. ATV’de Gözde Kansu’nun “Hüseyin Çelik’in genel ahlakına” uymayan dekoltesi nedeniyle işten çıkarılması gibi son yıllarda yaşananlar tüm kadınlara bir gözdağı olarak gidiyor. “Açık” kadınlardan destek göremediği için yakınan türbanlı kadınlar en azından neden bu noktalarda, yani yaşam tarzlarına bu kadar açıktan saldırılan insanlara destek göstermekten uzaklar?
Bedenin ve emeğin değersizleştiği yerde kadın mücadelesi
Biz kadınlar erkek egemen, cinsiyetçi, baskıcı ve emek sömürüsü ile beslenenlerin dünyasında kadın olarak yaşadığımız için ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyoruz. Başörtülü kadın da kırmızı rujlu kadın da aynı cendere içinde sıkıştırılıyor. (Bir kadın tartışması olması bakımından bu karşılaştırmaları öncelikle bir karşılaştırma olmaktan çıkarıp siyaseti erkek diliyle ifade etmekten uzak durmak istiyoruz).
Muhafazakârlaştıkça ve cemaat ağları güçlendirildikçe erkek şiddetinin, taciz ve tecavüzlerin örtbas edildiği toplumlarda yoksul başörtülü kadınların daha fazla ezildiği gerçek değil mi? Yine aynı kadınlar, yoksul mahallelerde esnek ve güvencesizleştirilen emeği ile sermayenin en açık saldırılarına maruz kalıyor. Emine Hanım, kızları ve temsil ettikleri burjuva İslamcı kadınlar için ezme ve ezilme ilişkisi televizyonlara yansıdığı kadarıyla aynı şekilde yaşanmıyor, diye görüyoruz.
Kadının ikinci sınıflaştırılmasının aracı olan her uygulama kadın mücadelesinin hesaplaşması ve aşması gereken mücadele alanlarının başında geliyor. Bizleri kadın dayanışması içinde ortaklaştıran noktalar yıllarca hep beraber söylediğimiz “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir” sloganında saklı. Her türlü erkek egemenliğinden arındırılmış, emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerinde tahakkümün olmadığı bir dünya için bizim olana sahip çıkıyoruz.
Bizler birbirimizle uğraşmaya mahkûm edilirken toplumsal yaşam ve kamu, AKP’nin neoliberal-İslamcı anlayışına göre yeniden şekillendiriliyor. Yaratılmaya çalışılan bu yeni toplum özellikle biz kadınların güvencesiz emeği üzerine kuruluyor. AKP’nin kadınlara vaat edebileceği bir gelecek yok. Herhangi bir düzenleme, bir özgürlük veya paketlerden çıkacak bir demokrasi de yok.
Eşitsizliği yaratan nedenler ortadan kalktığında, kadınlar özgürlüğü bedenlerinin her hücresinde hissedecek en özgür kıyafeti kendileri seçecektir. Tartışmalarımızı siyasilerin üstelik katı bir hiyerarşiyi temel alan erkek siyaseti yürütenlerin dilinden, izinden, zemininden yürüttüğümüz sürece sağlıklı sonuçlar çıkarabilecek gibi görünmüyoruz. Bundan da önemlisi birbirimizden haberdar olduğumuz veya olmadığımız işlerimizi yaparken sonucun; kadınların eşit, özgür ve kendi cinsine yabancı olmayan bir dünyanın kuruluşunda alacağı rolü nasıl etkileyeceğimiz.
Dilşat Aktaş
Halkevleri Kadın Sekreteri