Derelerimize kelepçe vuramayacaksınız –Taylan Kaya

Ct, 06/08/2011 - 19:58
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Suçlamalardan birinde “etkin direnme” suçundan bahsedilmektedir. Ne yapsaydık? Yerimizde durup, polisin tatbikat yapar gibi gaz bombalarıyla kafalarımızı parçalamasını veya darp ederek bizleri öldürmesini mi bekleseydik? Neden biz rıza göstermek ve haklarımızdan feragat etmek zorundayız? Ayrıca, “biz” dediğimiz bir holigan topluluğu değil ki! Bir halktan bahsediyoruz; bu ülkenin sahiplerinden!

Geçmişinde Çernobil gibi büyük bir felaket olan ve hala bugün kansere can vererek bu felaketin acılarını yaşayan; şimdi ise vadilere yeni bir kanser olarak sokulmak istenen hidroelektrik santrallerle (HES) sabrı zorlanan, çaydaki özelleştirme uygulamalarıyla çay üretim sezonunda adeta hayattan bıktırılan Hopa halkının, bütün bunların müsebbibi olan Tayyip Erdoğan’ın Hopa’ya gelişi sırasında sergilediği tavır, hukukun bir kenara bırakılıp “Tiz kellesi uçurula!” yöntemlerinin devreye sokulduğu bir süreçle cevaplanıyor. Bu süreç, 31 Mayıs günü başlayan gözaltı ve tutuklamaların ardından yeni gözaltı ve tutuklamalarla devam ediyor. Ayrıca, gözaltı ve tutuklamaların ne zamana kadar süreceği de henüz belirsizliğini koruyor.

Başbakanlık koltuğuna oturan küçücük çocuğa “ister asar, ister kesersin” diyerek kendini ele veren, “astığım astık, kestiğim kestik” mantığıyla ülke yöneten bir bilincin, hiç ummadığı bir zamanda kendisine “Hop(a)” diyen başka bir bilince tosladığında, onu cezalandırmak üzere “ustalık meziyetlerini” kullanmaktan geri duracağını düşünmek tabii ki hata olacaktır. İşte bu yüzden, ülke siyasetinde şok(!) gündemler birbirini kovalarken, gerici-neoliberal yağma düzenini sağlamlaştırmak üzere tozu dumana katarak zaferden zafere koşan AKP nezdinde Hopa, özel bir gündem, halledilmesi gereken bir iş olarak yerini koruyor.

Çiçeği burnunda İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin dahi, Tayyip Erdoğan için nasıl bir anlam ifade ettiğini bildiğinden, kendisine şükranlarını sunmak üzere Hopa’yı tercih ediyor ve Hopa’da yaşananlarla ilgili idari birimlere yönelik soruşturma izni verileceğini (belki de ısmarlama bir soruya cevaben), medya önünde söylemeyi uygun buluyor. Ama niyeyse, Metin Lokumcu’yu katleden ve Hopa halkına azgınca saldıranlar hakkında söz söylemeyi lüzumlu görmüyor. Nihayetinde, Tayyip Erdoğan için de bir öğretmen ölmüştü ve çok da üzerinde durmaya gerek yoktu.

Hele bir tutuklayalım sonrasını düşünürüz
Hopa’da yaşananların ardından, Tayyip Erdoğan tarafından “eşkıya” ilan edilen Hopalılar, iki ay sonra gerçekleşen son tutuklamalara kadar geçen süre içersinde, her ne kadar devlet tarafından olağanüstü bir durum yaratılmaya çalışılsa da, Hopa sokaklarında olağan yaşantılarına devam ediyorlardı. Her gün belki de onlarca kez “yerli” ya da Hopa’yı kendine mesken bellemiş “yabancı” polislerle yüz yüze geliyorlardı. İnsanlar bu kadar aleni bir biçimde yaşamlarını sürdürürken yapılan tutuklamaları, görevinin hakkını vermek isteyen savcı ve polislerin meseleyi ayrıntılı ve eksiksiz bir biçimde incelemelerinin fazla zaman almasına yoracak kadar saf değiliz elbette. Bir günün belirli bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşen olaylar üzerine kurulan suçlamalara dair delillerin toplanması ve -varsa- “suçluların” belirlenmesinin bu kadar zaman almayacağı herkesin malumudur. Malumun ilanı ise savcılık sorgusu sırasında önümüze konulan görüntü ve resimlerdir. Aradan geçen zamana rağmen, bizlere delil diye sunulan görüntü ve resimlerin, olayların hemen ardından tutuklanan arkadaşlarımıza sunulanlardan pek farklı olmayışı ve yine internet sitelerinden kolayca erişilebilir materyaller oluşu, ne kadar uzun ve meşakkatli (!) bir araştırma-inceleme sürecinin ürünleri olduklarını apaçık ortaya koyuyor! Burada ilgililere de haksızlık etmiyoruz. Aylar boyunca inceleme yapılsa da delil diye elde edilecek şeylerin toplamı zaten bahsi geçen materyaller olacaktır. Ötesi yoktur çünkü.

Bütün bunların üzerine, hâkimin şahsıma yönelik tutuklama gerekçesi olarak “delilleri karartma” ihtimalini sayması sonrası, saat sabahın beşini bulduğu halde mahkeme salonu çıkışında gülme krizine tutulduğuma, beni cezaevine koymak için sabırsızca bekleyen polisler şahittir!

İşin aslı niyette gizli. Zamana yayılan gözaltı ve tutuklamalarla, Hopa halkının üzerinde, süreklileşmiş bir “suçluluk psikolojisi” oluşturulmak isteniyor. Bu sayede, 31 Mayıs günü yaşananların ardından, zaafa uğradığı iddia edilen “devlet otoritesi”, yeniden ve daha sağlam biçimde tesis edilmiş olacak. Ortada cezalandırmayı gerektirecek bir suç olmadığı için de tutukluluk süreleri bizler açısından, olmayan suçun cezasına dönüştürülüyor.

Polis kendi suçunu örtüyor
Meselenin bir başka boyutu da delillerin niteliğiyle ilgilidir. Süreç boyunca delil diye toparlanan görüntü, resim ve diğer materyallerin tamamı polis tarafından tek yanlı olarak hazırlanmış ve savcılığa sunulmuştur. Hukuksuz bir saldırının ve neticesinde ortaya çıkan ölümün sorumluları tarafından hazırlanan delillere ne derece itibar edilebileceğini ise tartışma konusudur. Gizlilik vesilesiyle bilemediğimiz tanıklıklar da yine polisin “ince işçiliğiyle” hazırlanan tanıklıklardır. Bunların bazıları Hopa halkının duyarlılığı sayesinde açığa çıkarılmış ve ilgili kişiler polis tarafından tuzağa düşürülerek, hazırlanan ifadelere imza attıklarını kabul etmişlerdir. Bu duruma dair şikâyetler ve yeniden ifade verme süreçleri, savcılık belgelerinde mevcuttur.

Peki, dosyadaki en büyük eksiklik nedir dersiniz? Polis! 31 Mayıs günü demokratik haklarını kullanan insanlara, üstelik horon teperken hınçla saldıran, hedef gözeterek gaz bombası atan, Metin Lokumcu öğretmenimizi katledip birçok insanı yaralayan, esnafın dükkânlarını darmadağın eden polisin bütün bu yaptıklarını hesaba katmadan bu süreç yürütülebilir, doğru sonuca ulaşılabilir mi? Hopa’da yaşananlar üzerinde bir hukuki sonuca -gerçek ve adil bir sonuca- ulaşmak için, polisin o gün Hopa’da yaptıklarını merkeze almak gerekir. O halde Hopa halkına yönelik, resmi birimler tarafından yapılan her türlü suçlamaların geçersiz olduğu görülecektir. Çünkü söz konusu olan, demokratik değerler ve anayasal haklar çerçevesinde, doğasına ve yaşamına sahip çıkan insanlara yönelik bir saldırı, tahrik, orantısız güç kullanımı ve bunun karşısında en doğal hak ve insani bir refleks olan kendini savunma durumudur. “Hayır efendim, öyle değil” diyenlerin, Ortadoğu’da iktidarlara karşı ağır silahlarla yapılan ayaklanmaları halk muhalefeti olarak değerlendirip, Hopa’daki tulumlu protestoya saldırı emri vermesi ve bu protestoyu suç sayarak cezalandırmaya çalışması ilginç bir samimiyet ölçütüdür.

Hal böyleyken, yine suçlamalardan birinde “etkin direnme” suçundan bahsedilmektedir. Ne yapsaydık? Yerimizde durup, polisin tatbikat yapar gibi gaz bombalarıyla kafalarımızı parçalamasını veya darp ederek bizleri öldürmesini mi bekleseydik? Neden biz rıza göstermek ve haklarımızdan feragat etmek zorundayız? Ayrıca, “biz” dediğimiz bir holigan topluluğu değil ki! Bir halktan bahsediyoruz; bu ülkenin sahiplerinden!

Hopa’da 31 Mayıs günü bir direniş olduğu doğrudur. HES’lerle derelerin satılmasına, doğanın talanına, çayın özel şirketlere peşkeş çekilmesine, yaşamsal bütün hakların ortadan kaldırılmasına karşı, insanca yaşam talebinin direnişidir bu. Gerçekten de “etkin” bir direniştir. Merakımı gidermek için tam burada bir soru sorayım: bu ülke halkının insanca yaşam talebine karşılık, bütün baskı ve zor aygıtlarını kullanarak neoliberal yağma politikalarını dayatanlara yönelik “etkin direnmeyi” tanımlayan bir suç maddesi yok mudur kanunlar içerisinde? Eğer yoksa, bu “ileri demokrasimiz” için büyük bir eksiklik!

Hopa halkı suç işlemeye devam ediyor
Derelerimizin üzerine akbaba gibi üşüşen yerli ve uluslararası şirketler, ülkemizin ve özel olarak da Doğu Karadeniz Bölgesi’nin her bir köşesinde HES projelerini hayata geçirmek için hızla yol almaya çalışırken, ne tür bir tepkiyle karşılaşacaklarını bildiklerinden Hopa’yı en sona bırakmışlardı. Ama Hopa halkı yıllar öncesinden HES’leri ve suyun ticarileştirilmesini tartışmaya başlayarak tedbiri elden bırakmadı. Nihayet “HES’çiler” Hopa’ya da geldi, ama gitmek üzere. HES şirketinin yapmak istediği bilgilendirme toplantısı, yüzlerce Hopalının müdahalesiyle engellendi. Ancak, Hopa halkı HES’çilerin kapıdan kovsan bacadan girmeye çalışacaklarını ve cesaretlerini ülkemizdeki suyun ticarileştirilmesi sürecinin baş aktörü olan AKP’den aldıklarını biliyordu.

İşte, 31 Mayıs gününü “Hopa direnişine” çeviren, HES’lere karşı yükselen bu tepkinin, AKP iktidarının yıllardır sürdürdüğü gerici-neoliberal yağma siyasetine karşı Hopa halkında birikmiş olan öfkeyle birleşmesiydi. Gençlik yıllarında yaşadığı kötü tecrübeden ötürü Hopa’yı tanıyan Tayyip Erdoğan’ın bütün bunları bile bile Hopa’da miting yapmaya niyetlenmesinin de Hopalılar tarafından -haklı olarak- bir meydan okuma olarak algılandığını da bir kenara not etmek lazım.

Sonuç olarak;

Hopa halkı, 31 Mayıs günü, yaşamlarına yönelik saldırılara karşı, birçok kere yaptığı gibi direnme ve “hayır” deme hakkını kullandı. Bu sayededir ki, yaşananların hemen ardından, Hopa’da HES yapmak isteyen şirket, “olmayacak duaya amin demekten” vazgeçerek, projeyi iptal etti. Suç kapsamına sokulmak ve cezalandırılmak istenen durumun kendisi bundan ibarettir.

Ele vermek gibi olacak ama, Hopa halkı bu suçu işlemeye devam ediyor. Daha bundan bir hafta önce, Hopa’nın Kemalpaşa beldesinde halk, HES bilgilendirme toplantısı yapılmasını engelleyerek, HES’lere karşı canı pahasına mücadele eden Metin Lokumcu’nun köyünde HES yapılmasına izin vermedi. Kim bilir, belki yarın çay üreticisi kadınların satamadıkları çayları yollara dökerek hayatı durdurduklarına tanıklık edeceğiz. Yapmadıkları şey de değil hani!

Direnenlere selamlar.

Not: Haklılığından bir an bile şüphe duymadığımız doğayı ve yaşamı savunma mücadelesinin ne denli vazgeçilmez bir mücadele olduğu şimdi bilincimize daha bir kuvvetli kazınıyor. Çünkü “Dışarıda gürül gürül akan bir dünyanın” bekleme salonundayız.

* Taylan Kaya
Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi
Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Üyesi
Oltu T Tipi Cezaevi - Erzurum