Bir oyuncudan meslektaşlarına açık mektup: Daha oynayacağımız nice karakter ama sandığa atacak tek oyumuz var! – Volkan Yosunlu

Çar, 03/06/2015 - 15:08
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

 Sevgili meslektaşım,

Son zamanlarda çok meşhur olan bir yöntemle sana seslenmek istedim, açık mektupla. Çünkü bu daha kolay. Çalıştığın özel tiyatroları, ödenekli tiyatroların kulislerini, seslendirme stüdyolarını, günde en az 12 saat çalıştığın dizi setlerini, özel okulların drama sınıflarını, geceleri barmenlik gündüzleri garsonluk yaptığın bilumum mekânları, Cihangir’deki Firuzağa Kahvesi’ni, Ankara’daki Yüksel Caddesi ve Konur Sokak’ta tavla oynadığımız kafeleri, tirad çalıştığın okul dersliklerini, elinde kuklalarınla gezdiğin ve korsan gösteri yaptığın sokakları tek tek gezmeye, oyunlarının dekorunu yaptığın atölyelerde seni bulmaya zamanım yetmeyeceği için bu mektubu yazıyorum sana. Seni bulabileceğim daha nice yer var biliyorum da boşver işte, buradan dinle sesimi.

Büyük sözlerle, niyetlerle başladığımız meslek yaşantımız maalesef can çekişmekte tıpkı tüm toplumsal alanda olduğu gibi. Meslek tanımımız 2012 yılında anca girebildi resmi gazete sayfalarına. Her yıl memleketin tiyatro bölümlerinden yüzlerce oyuncu, alaylı diye tabir ettiğimiz bilcümle atölyeden çıkan bir yüzlercesi daha tiyatro sanatının koşusuna katılmakta. Aslında bildiğimizden çok kişiyiz ha! Hani tek elden grev yapsak ülkede tek bir dizi, sinema, seslendirme yapılamaz; sahne gösterisi, tiyatro oyunu oynayamaz hale gelir o derece yani. Madem bu kadar çok kişiyiz hadi bu niceliğin neleri değiştirebileceğine bir örnek vereyim.  Yok düşündüğün gibi değil, grev demeyeceğim sana. Onu demek için 10 fırın ekmek yemeye ‘niyet etmek’ lazım ilk etapta. Daha yapılabilir, daha güncel olandan bahsedeceğim sana. Önce biraz hatırlatma yapalım.

TÜSAK yasası adı altında bir proje bizi tek tip sanatsal üretime yönlendirme iddiasında. Gericiliğin sahne şarkısını bize söyletmek istiyorlar tüm kurumlarda üç beş bürokratın belirlediği orkestrasyonda. Ayrıca performans sistemi dedikleri mali yapılandırmayla, taşeronlaştırılacak repliklerimiz, emeğimiz; güvencesiz çalıştırılacağımız nice salonlarda.  Bakma öyle allı güllü cümlelerle yutturulmaya çalışılan zokaya. TÜSAK yasalaşırsa; hayata değer katmayı düşündüğün tüm hayallerini koy bir çuvala, salla salla vur duvara. Düşlerinin olmadığını, kendi cümleni koyamadığın nice gerici oyunların taşeron işçisi olacaksın, olma!!!

Sahneler birer birer kapatılıyor yıllardır. Önce yeni sahne gitti elimizden Ankara’da, sonra Taksim Sahnesi, sonra Şinasi’ydi Akün’dü, Emek’imizi yıktılar derken karakol yaptılar içini çürüttükleri AKM’yi. Haaa! Dur ne dediydi devrin başbakanı? Barok mu olacaktı yeni binamız yoksa Tayyipturka mı? Neyse sonuçta kapanıyor terimizi damlattığımız salonlar. Yaşasın nice otel, AVM ve patronlar!!! Daha da olacaklar cabası. Sesini duyurman gereken en sondaki seyircinin koltuğunu yıkıyorlar, yıktırtma!!!

Bazen büyük mali yatırımlarla 300’er, bazen de üç beş kişinin tırnaklarıyla 50’şer koltuklu nice sahneler açıyoruz kentlerin dört bir yanına. Spot alsak koltuğa para yok, koltuğunu koysak kuliste çayımız yok. 30 liraya bilet satıyoruz, en büyük ortağımız devlet %36 ile cebimize elini sokuyor, muhasebeci bizi arıyor, kuşa dönüyor eldeki kazancımız ama kuş doğuştan sağır dilsiz, ötemiyor. Biz de sırça hayvan koleksiyonu yapıyoruz her minik salonda T. Williams’dan öğrenmişiz ya. Ötemeyen kuşlar kalıyor bize, emeğimizi çalıyorlar, çaldırtma!!! Haaa, bu arada, buna karşın daha geçen gün Cengiz İnşaat’ın 608 milyonluk vergi borcu sıfırlandı, unutma!!!

Daha hangi örnekleri vereyim ki, Zeugma’da çıkarılan mozaiklere topuklu ayakkabıları ve heyetiyle basıp fotoğraf çektiren eski bakanlarını mı? Mevsime uygun giyilecek diye balerinlere baletlere tayt, tişört giymeyi genelgeyle yasaklayan opera bale müdürünü mü? Farklı şehirlerde oyunları yasaklayan ve sakıncalı içerik bulan valileri mi? Trolleriyle, yandaş medyasıyla linç ettirilmeye çalışılan, hedef gösterilen meslektaşlarımızı mı? Oyunlarında geçen sözlerden dolayı hapis cezasına çarptırılan arkadaşlarımızı mı? Vicdanımızın sesiyle, düşlerimizle sokağa çıktığımızda yediğimiz gazları mı? Bizi 5 metre öteye fırlatan TOMA’ları mı ya da kendimizi sıka sıka bağırdığımız “sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım” sloganını mı, faşizmi mi hatırlatayım?

Tüm bunlar tek bir merkezden çıktı karşımıza canım meslektaşım. İster manyak de ister diktatör, ister cahil de ister lider, ister Kral Lear de ister Caligula bütün bunlar tüm erki elinde toplayan, dediğim dedik çaldığım düdük diyen bir ideolojiden çıktı karşımıza. 14 yıllık rantçı, talancı, kadın düşmanı, cinsiyetçi, gerici, faşist bir iktidardan çıktı. Adı malum, zikretmek bile fena. Şimdi bu mali, idari, ideolojik, talancı örgütlenmeyi geriletebilecek; tüm bu yapıda bir çatlak oluşturulabilecek bir fırsat var, 7 Haziran’da sandık gelecek önümüze. Bu iktidarın birliğini bozacak, rantçı kimyasını, tek bir cümleyle geçirebileceği yasaları, yaydığı nefret dilini geriletebilecek bir seçenek var. Artık öyle ya da böyle kulağına gelmiştir bu seçenek, HDP. HDP barajı aşarsa; AKP’nin meclisteki sandalye sayısı ciddi oranda düşecek ve böylelikle (belki de olası bir koalisyon ihtimalinde) tüm yasalar jet hızıyla geçemeyecek, geleceğimizi, doğamızı, yaşadığımız anı çalan cümleler küt diye resmi gazetede yayımlanamayacak, tüm bu iktidarın mimarının son hayali başkanlık sistemi bu topraklarda vücut bulamayacak. Haaaa şunu dediğini duyar gibiyim; “Yani HDP barajını aşarsa tüm bu söylediklerin son bulacak, sanat ve gündelik yaşantımız güllük gülistanlık mı olacak?” Hayır güzel meslektaşım, tabii ki böyle olmayacak. Ancak baraj aşılır ve bu iktidar bir yerinden çatlatılırsa soluk alıp verebileceğimiz, düşünebileceğimiz bir ortamın koşulları çoğalacak. Sonrası yine bizim mücadelemize, irademize bağlı olacak. Güllük gülistanlık olmasa da 14 yıldır yaşadığımız kâbustan uyanıp yeni düşler kurabileceğimiz bir iklim doğma olasılığı güçlenecek. HDP’ye oy verince illa HDP’li de olmayacağız, bunu bilesin. Çünkü bu çağrıyı yapan ben de HDP’li değilim. HDP’nin bütün siyasi geçmişini ve geleceğini de sahiplenmek zorunda değilsin, çünkü ben de yeri gelince eleştirilerimi her alanda dile getiriyorum. Ancak şunu çok net görüyorum; bu tek dilli, tek başlı, tek cumhurbaşkanlı, tek başbakanlı, tek iradeli, tek ideolojili iktidarı sandıkta geriletebilmenin yolu bu. AKP’nin sandıkta sağlayacağı çoğunlukla mecliste anayasal çoğunluğu elde edememesinin yolu, antidemokratik seçim barajının yıkılması. Gerçek bu. Tek başlı, tek ideolojili, tek merkezli iktidarı çatlatıp meclise düşlerimizi tartıştırabilmemizin tek geçer yolu bu. Ama dediğim gibi hayattaki tek yolumuz ve sorumluluğumuz bu değil. Ancak tarihte öyle anlar vardır ki, alınacak tutum, takınılacak tavır ve “atılacak oy” çıplak anlamından çok daha fazlasını ifade eder. Bu nedenle 7 Haziran seçimlerinde, sokakta söyleyecek sözü kalmayan AKP’nin, sandıkta da geriletilmesi ve bu gerilemeyi sağlayabilecek temel unsur olarak HDP’nin barajı geçmesi önem taşıyor. Yine de tekrar etmekte fayda var; tüm sorunlarımızın çözüm yolu, siyasetin yapılması gereken tek yer meclis değil. Bunun böyle olmadığını da Gezi Parkı’ndaki ağaçlar söyleyecektir sana. Bu yüzden seni bu seçimde HDP’YE OY VERMEYE, BARAJI YIKMAYA çağırıyorum.

Şunu da söylemeden edemeyeceğim bu bir ‘YETMEZ AMA EVET’ kabusunun tekrarı asla değil; “Yetmez ama evet”çiler bu iktidara can kattı, ama bu HDP’ye omuz verip barajı yıkma çağrısı AKP’nin iktidarını çatlatma, faşizan gücünü kırma çağrısıdır unutma.

* Volkan Yosunlu
Halkevleri Kültür Sekreteri