Yaklaşık bir yıldır profesyonel bir kadro ile çalışan, sokaktaki çığlığı kendi sesine katan Ankara Halkevleri Sahnesi (AHES), kasım ve aralık ayında perdelerini iki oyunla Ankaralı tiyatro severlere açıyor.
Halktan ve onun gerçeklerinden uzaklaşan tiyatroya karşı halkın sorunlarına inen Halkevleri Sahnesi, halkın toplumsal gelişmesine katkı sunmayı amaçlıyor.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Öğretim Elemanı Dr. Süreyya Karacabey ise bize ‘Nasıl bir tiyatro?’ olması gerektiğini anlatıyor.
Nasıl bir tiyatro?
Tiyatro binalarının önünden yorgun adamlar ve kadınlar geçer. Evlerine ekmek götürme yükleri yüzünden omuzları erken çökmüş, yüzleri yaşsız çocuklar geçer. Tiyatro binalarının önünden sokak köpekleri ve kediler geçer. Kahırlı bir hayatın bütün yükleri sokaktan geçer.
Siz koltuklarınıza yerleşmişken, evine çok gecikmiş temizlikçi kadın; onu, hiç mutlu olmadığı evine götürecek otobüse koşmaktadır. Sokak çocukları geceyi geçirecekleri korunaklı bir yer aramaktadır.
Sokakların vahşi çangılında yolunu arayan bir adam usulca sizin dibinizden geçer ve o da anlamaz neyin dibinden geçtiğini.
Siz orada otururken birisi sokaktan alınır belirsiz bir adrese götürülür. Her şey siz oradayken olur, içinde olduğunuz binaların dibinde, ruhunuz bile duymaz.
O sesler, o çığlık, o yakarma sahnedeki seslere hiç karışmaz. Çünkü kimse binanın dışından akan vahşi nehrin çağıltısını duymaz.
Duysa repliğinden utanır oyuncu, sokaktaki bağırış onun sesini bastırır.
Duysa, içerinin sıcağına sığınır kediler ve köpekler. Sahnenin sesi tuhaf bir uğultuya dönüşür, içinden uzun ölümlerin geçtiği bir tünelin uğultusuna.
Oyun bitip evlerinize dönerken, henüz sönmemiş ışıklarınıza ecnebi bir memleket gibi bakan çırak çocuklar geçer tiyatronun karşısından. Operada asılı kalmış bir sopranonun sesini, kendi hayatının çığlığına ekleyerek, çok uykulu bedenini onu, sizlerle ters yöne götüren gece otobüsünün koltuğuna gizleyerek.
Arka sokakta biri bıçaklanır, öteki umutsuzca sığınacak bir yer aramaktadır.
Hiçbiri tiyatronuzun içinden geçmez, hiçbiri sizi oyununuzdan utandırmaz. Dışarısı, içeriyi doldurmaz.
Binalarınızın önünden otobüsler geçer, tabut evlere ölüler taşıyan otobüsler. Hiçbiri orada durmaz, camlara başlarını yaslamış kent hayaletleri sadece ışıklarınıza bakar ve anlar, oradaki hayatın kendisinin olmadığını. Anlar, giremeyeceği kapılardan bir kapıdır tiyatronuzun kapıları.
Söyleyin şimdi, böyle tiyatro olsa ne olur, olmasa ne? Kendini sokağa kapatmış bir tiyatro ölüdür, içinde çok üşümüş birinin ısınmadığı tiyatro sadece mezarlıktır. Gidin ve her gece gömün ölülerinizi.