Hopa’dan Gerze’ye, Tortum’dan Solaklı’ya “Eşkıyalar” Her Yerde - Taylan Kaya*

Sa, 27/09/2011 - 12:52
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Gerze’de, yaşam alanlarına termik santral yapılmasına karşı çıkan yerel halka yapılan saldırıyı, bir başka değişle Gerzelilerin yüreğimizdeki umudu bir kez daha perçinleyen direnişini, sahibinin sesi medyanın sunduğu kadarıyla görüp takip edebildim. (Yazıyı yazmaya başlamışken, M.A. Birand  Beşiktaş maçının gollerini uzun uzun gösterdikten sonra “Hrant Dink haberine vakit kalmadı sevgili seyirciler” diyordu)


Panzer üzerine gidiyor insanların, bir de su sıkıyordu. Efendilerinin gladyatörleri gibi kuşanmış olan polis ve askerler, her biri bir yandan olmak üzere otların ve çalıların arasından ilerliyorlardı. Gerzeliler ise, doğayı ve yaşam alanlarını savunmak üzere gereğini yerine getiriyor, direniyorlardı. Bir adam, isyan edercesine “vurun beni” diyordu, bana Metin Lokumcu öğretmenimizin Hopa Meydanı’ndaki son isyanını anımsatarak.


Buna ek olarak kendisi de bu mücadelenin içinde olan bir arkadaşımın gönderdiği mektupta kurduğu heyecan dolu birkaç cümle, Gerze’de yaşananları daha iyi anlayabilmemi ve o heyecanı yüreğimde hissedebilmemi sağladı. Ardından Tortum ve en son olarak Solaklı’nın haberleri geldi. Yaşananlarla ilgili bir şeyler söyleyebilmek için daha ayrıntılı bilgi edinme imkanından yoksun olsam da gerçekte buna ihtiyacım da yok. Çünkü, yaşamı savunanlarla, onlara karşı kılıç kuşananların karşı karşıya geldikleri anda olanları ve olacakları kendi yaşadıklarımdan fazlasıyla tecrübe ettim.


Alın Size Harekat


Kara harekatı tartışmalarının ülke gündemini meşgul ettiği şu günlerde, Gerze’de, Tortum’da, Perisu’da Solaklı’da yaşananlar, uzunca bir süredir yürütülen başka türlü bir harekatın görünürlük kazanmasından başka bir şey değildir. Bu, özellikle AKP’nin iktidara geldiği dönemden bu yana ivme kazanan ve oldukça sistemli bir biçimde yürütülen, doğal varlıklara ve yaşam alanlarına yönelik neoliberal yağma harekatıdır. Şurada termik, burada nükleer ve hemen her dere boyunca hidroelektrik santral (HES)  belasıyla başı dertte olan insanlar, söz konusu yağma ve talan harekatının ilk biçimiyle epeydir karşı karşıya idiler. Valilerin, kaymakamların, jandarma komutanlarının, hemşeri iş adamlarının, sözde çevreci çanak yalayıcıların, paranın, mafyanın ve daha nelerin devreye sokulduğu bu ilk aşamada doğrudan şiddetin kullanımı öncelikli tercih değildi. Daha ziyade, gönüllü -gönülsüz ikna, adam satın alma, tehdit ve şantaj sıklıkla başvurulan yöntemlerdi. Nihayetinde, yerel direnişleri alt edemese de zayıflatmayı ve en sonunda boğmayı amaçlayan bu ilk aşamaya ait yöntemlerin, pek çok yerde sermayenin derdine tam anlamıyla deva olmadığı görüldü. Özellikle HES’ler söz konusu olduğunda, andığımız yöntemlerle bazı bölgelerde yerel direnişleri kırmayı başararak istediğini alan şirketler, elde ettikleriyle yetinmeye hiç de niyetli değiller. Ezelinden beri bu ülke halklarını aza kanaat getirmeye koşullandıran sermayenin kendisi, doğası gereği arsız olduğu için, bu arsızlık onun elde ettiğiyle yetinmesini engelliyor. Şimdi devlet şiddetini doğrudan insanların yaşam alanlarına çağıran ses, bu büyük talanın sağlayacağı kar ile iştahı kabaran sermayenin, mide gurultularıdır!


Panzerler yol alırken


Doğaya ve yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırıları açısından, eskiyle beraber artık yeni “caydırıcı” yöntemlerin ve bizatihi şiddetin devreye sokulduğu, gittikçe dozu artacak olan bir sertleşme evresine girildiği açıkça görülüyor. Bu durum sürpriz değildi elbette. İnsanlar için vazgeçilmez olan doğal  varlıkların ve yaşam alanlarının barındırdığı kar potansiyeli açısından sermaye için de vazgeçilmez oluşu, karşılıklı mücadelede tarafların birinin galibiyetini zorunlu kılıyor. Böyle olunca, doğa ve yaşam savunusunda olan insanlara yönelik saldırınım daha sert bir biçime bürünmesi kaçınılmazlaşıyor.


12 Haziran seçimlerinin ardından AKP’nin yeniden iktidara gelişiyle birlikte, bu sertleşme çizgisine dair adımlar hızla atılmaya başlandı. Doğaya ve yaşam alanlarına yönelik neoliberal yağma politikalarının uygulanması sürecinde sermayeye kılavuzluk eden bakanlıkların yapıları değiştirilerek görev ve yetki bakımından elleri güçlendirilirken, isimleri de bu yeni yapıya uygun biçimde değiştirildi. Öte yandan, halkın çoğunlukla ilk savunma ve hak arama yöntemi olarak başvurduğu hukuka da ayar çekildi. Özellikle siyasi iktidarı ve şirketleri üzecek şekilde, davacı halk lehine karar veren mahkemelere yapılan müdahalelerle, yeni “üzücü” kararlar çıkmasının önüne geçildi. Çıkarılan birçok yasa ve yönetmelikle bugüne kadar elde edilen kazanımların geçersiz kılınmasının önü açıldı. Hukuka yapılan müdahalelerle yerel direnişler hukuki açıdan “silahsızlandırılırken” üstüne üstlük şimdi hukuk doğayı ve yaşamı savunanlara karşı etkili bir silah olarak kullanılmaya başlandı bile.  Daha önce birçok kişiye açılan soruşturmalar bir yana, Erzurum Tortum’da HES’lere karşı direnen köylülere ve o köylülerden biri olan 17 yaşındaki Leyla’ya verilen “caydırıcı” cezalar, Gerze’de direnişçilerden birinin tutuklanması, Trabzon Solaklı’da HES’lere direnen 3 köylünün tutuklanması[1] (Erzurumlular,  cezalardan sonra gösterdikleri direnişle yaşam savunusunun cayılacak bir mevzu olmadığını en güzel şekilde gösterdiler.) Hopa direnişinin ardından başımıza gelenleri bilmem hatırlatmama gerek var mı?


Neticede, birçok yol ve yöntemle birlikte, şimdi panzerleri, kolluk güçlerini ve biber gazlarını da yanına alan sermaye halka savaş ilan ediyor. Halk, doğayı ve yaşamı savunmak üzere, seve seve olmasa da söve söve ama kararlılıkla bu savaşı kabul ediyor.


Direnenler  Kazanacak


Akdeniz’den Ege’ye Karadeniz’den Doğu’ya, ülkemizin dört bir yanından doğaya ve yaşama yönelik neoiberal saldırılara karşı direniş sesleri her gün biraz daha fazla yükseliyor. Ama henüz bu direnişler, sermayenin topyekün saldırıları karşısında, ülke çağında topyekün bir direniş biçimi almış değil. Bu sebeple, nükleere, termik santrallere, HES’lere karşı oluşan direnişlerin; doğanın ve yaşam alanlarının talanının açığa çıkardığı diğer bütün direnişlerin, birbirlerini desteklemek üzere zaman zaman yan yana gelmekten öte, yerel dinamiklerini ve özgünlüklerini kaybetmeden “bir” olmalarına ihtiyaç duymaktayız.


Fındıklılar yıllardır en güzel direniş deneyimleriyle yol gösterdiler bizlere, sonra Hopalılar, ülkenin dört  bir yanındaki direnişlerin taleplerini bizzat Tayyip Erdoğan’a ileterek sorunu kökünden çözmeye cüret etmekten çekinmediler! Polisin azgın saldırısı yüzünden bu talep Tayyip Erdoğan’a “direnişin nezaket kuralları” çerçevesinde iletildi. İşte şimdi Gerzeliler uzunca bir süredir geri adım atmadan sürdürdükleri mücadelelerini, son saldırıya karşı büyük bir direniş sergileyerek taçlandırdılar. Siyasi iktidar ve sermayenin el ele yürüttüğü saldırılar şiddetini arttırırken önemli deneyimler açığa çıkaran yerel halk direnişlerinin, bu saldırıyı göğüsleyebilecek birleşik direniş hareketini oluşturmanın yollarını bulmaktan başka çaremiz yok artık.


Hopa’daki büyük sarsıntıdan sonra, Gerzelilerin direnişi de kapitalist yankesicileri telaşlandırmış anlaşılan. Baksanıza halka sıkacakları biber gazlarını ambulansla taşımışlar. Öyle ya, biber gazlarının olay yerine “sağ salim” ulaştırılması gerek. Ama merak etmeyin bir gün biz de şimdi bizleri püskürtmek için kullandıkları panzerlerle tarlalarımızı sulayacağız!


Gerzelilere, Tortumlulara, Perisu’da direnenlere, Solaklılılara gecikmiş ama yürek dolusu selamlar!    


*Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Üyesi; Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi


31 Mayıs’ta Hopa’da yaşanan AKP saldırısının ardından tutuklanan Taylan Kaya'nın Erzurum Oltu T Tipi Cezaevinden gönderdiği yazıyı yayınlıyoruz 


 

[1] Taylan Kaya’nın yazısı Oltu Cezaevi’nden elimize ulaştığında Solaklı’da tutuklulanan köylüler serbest bırakılmamışlardı.