Öğretmen, veli ve öğrencilerle birlikte anadilinde eğitim sorununu doğrudan yaşayan halkların mücadelelerini aktarmak üzere Zaza-Der, İstanbul Kürt Enstitüsü, Yeşilköy Ermeni İlköğretim Okulu ve Laz Kültür Derneği temsilcilerinin de katılımı ve katkılarıyla gerçekleştirilen Anadilinde Eğitim Hakkı Atölyesinin sonuçları;
Kamusal, eşit, parasız, bilimsel eğitim mücadelesinin en önemli gündemlerinden birisi de Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın eğitim hakkını gasp eden “anadilinde eğitim hakkından yoksun olma” sorunudur.
Halkların eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşayabilmesi ve bu yaklaşıma göre eşit yurttaşlık temelinde kamusal eğitimin olmazsa olmazlarından biri de herkesin kendi anadilinde eğitim alabilmesi, kendi anadilini konuşabilmesi ve yaşatabilmesidir.
Anadilinde eğitim hakkı temel bir haktır. Türkiye çok dilli bir toplum yapısına sahiptir. Türkiye’de %84,54 oranında Türkçe konuşulmakta, geri kalan %15,46 oranında ise Türkçe’den başka diller konuşulmaktadır. %13’lük bir oran ile de Kürtçe bu dillerin başında gelmektedir.[1] Bu sayısal verilere baktığımızda Türkiye’de eğitim dilinin yalnızca Türkçe olmasının anadili Türkçe olmayan tüm halklar, tüm insanlar açısından bir baskı kaynağı ve eğitim haklarının da gasp edilmesi anlamına geldiği görülmektedir.
Anadilinde Eğitimin Zorunluluğu
Anadili Türkçe olmayan milyonlarca çocuğun, yalnızca Türkçe’den başka bir dil bilerek okula başladığı için eğitim süreci olumsuz etkilenmektedir. Anadilinden farklı bir dilde eğitim almaya başlayan çocuğun aynı anda hem yazılı dilin özelliklerini öğrenmesi hem de aileden edindiği kültürden farklı bir kültürü temsil eden yeni bir dil öğrenmesi gerekmektedir. Bu durum ise kişinin ilk çocukluk dönemindeki bilişsel gelişim sürecini tahrip etmekte, özgüven kaybı yaramakta ve sonuç olarak okul başarısının düşük olmasının ana nedenlerinden biri haline gelmektedir.
Dil sorunu nedeniyle öğrenciler ve öğretmenler arasında okulun ilk yıllarında ortaya çıkan ciddi iletişim problemleri, öğrencilerin öğretmenlerini anlayamamalarına ve bu yüzden derste öğrenmeleri gerekenleri öğrenememelerine yol açmaktadır. Dil sorunu nedeniyle eğitim sürecinde yaşıtlarından geride kalan öğrenciler derslerinde sorun yaşamakta hatta okulu terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Okulu terk oranlarının Kürtçenin yoğun kullanıldığı bölge ve illerde oldukça yüksek olması bu durumun önemli göstergelerinden biridir.
Birçok örnekte, Kürt öğrenciler için okulda başlayan Türkçeyle sınırlı yeni yaşam tarzı, birkaç yıl geçtikten sonra Kürtçe konuşmayı “geri kalmışlık, ilkellik ve utanma” ile ilişkilendirerek Kürtçeyi unutmayı ve artık kullanmamayı beraberinde getirmektedir. Bu durum Türkçe bilmeyen veya çok az bilen ana babalarla çocukları arasındaki iletişimi ciddi şekilde sekteye uğratmakta ve aralarında iletişimsizlik doğurmaktadır. Özellikle anadilinde eğitim alamayan kız çocukları evlerinde kendilerine yüklenen sorumluluklar ve de eğitim sürecinde öğretmen ve idarecilerin olumsuz tutumları nedeniyle daha fazla dışlanmaya maruz kalmaktadırlar.
Özetle Türkçe bilmeden veya çok az Türkçe bilerek okula başlayan çocukların anadillerinin eğitim sürecinde yok sayılması bu çocukların psikolojik şiddete maruz kalması, baskılanması ile sonuçlanmaktadır.
Bununla birlikte anadili temelinde gerçekleştirilecek çok dilli eğitim programları yalnızca anadili Türkçe olmayanlar açısında değil çok dilli bir toplumun bilimsel bir eğitime kavuşması açısından da gereklidir. Tüm eğitim sistemi toplumun tamamının kendi dillerini kullanabilmelerine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Anadili temelinde her öğrencinin gereksinimlerini karşılayacak şekilde kurgulanan çok dilli bir eğitim programı; öğrencilerin özgüvenlerini artırır, kendilerini daha rahat ifade edebilmelerini sağlar, kişiyi yaratıcı ve özgür kılar. Özellikle kız çocuklarının eğitim deneyimlerini olumlu yönde etkiler ve kız çocuklarının daha bilimsel bir eğitime erişmelerini sağlar.
Tüm bu sayılanlardan hareketle Atölyemizde yürütülen tartışmalar ışığında anadilinde eğitim hakkının 4 temel ekseninden bahsedebiliriz.
- Bireyin bilinçli bir varlık olma, bilinç edinme ve yaşadığı çevreyi anlamlandırması ancak anadili aracılığıyla olur.
- Toplumsal kültürün aktarımı anadili aracılığıyla gerçekleşir. Anadili, tarihsel ve kültürel olarak oluşan değerler bütününü gelecek kuşaklara aktarır.
- Dil toplumun tarihsel değeridir. Toplumun hafızası dil aracılığıyla oluşur.
- Halkların eşit yurttaşlık temelinde birlikte yaşayabilmesi halkların anadillerinde eğitim alabilmeleri ve yaşamın her alanında kendilerini anadillerinde ifade edebilmeleri ile mümkündür.
Türkiye’de Dil Politikaları
Günümüzde ulus devletlerin geleneksel özellikleri mali sermayenin dünya genelinde akışkan niteliğinden kaynaklı değişikliklere uğramaktadır. Ulus devletin klasik asimilasyon politikası yerini kimlikleri “bireysel” olarak tanıyarak sömürü ilişkilerinin yeniden üretimini hedefleyen neoliberal asimilasyon politikasına bırakmaktadır. Fakat devletler günümüzde sistemin ihtiyaçlarından bağımsız olarak ortaya çıkan Kürt Ulusal Özgürlük hareketleri gibi halk hareketlerinin üzerine klasik şiddet aygıtları ile de giderek asimilasyon politikalarının sürekliliğini sağlamaya çalışmaktadır. Örneğin AKP iktidarı Roboski (Uludere)’de çoğu çocuk 34 Kürt yurttaşın katledilmesi ile sonuçlanan savaş politikalarını devam ettirirken bir taraftan da TRT Şeş ve seçmeli Kürtçe dersleri ile planlı bir şekilde asimilasyon politikasını incelterek devam ettirmektedir.
Türkiye cumhuriyeti devleti tek dil (Türkçe) ve tek etnik kimlik (Türk) üzerine kurulmuş ulusun üzerine inşa edilmiştir. Siyasal bir müdahaleyle kurgulanan ulusal kimlik yaratma sürecinde Türkiye’de yaşayan farklı etnik grupların kültürleri ve dilleri yok sayılarak asimilasyona uğramışlardır. Türk kimliği etrafında Türkçe konuşma esasına göre kurgulanan yeni ulusal kimlik yukarıdan aşağıya topluma benimsetilmeye çalışılmıştır. Türkçenin resmi dil haline getirilmesi (1924 Anayasası), kamusal alanda kullanımının yaygınlaştırılması için yapılan “Vatandaş Türkçe Konuş” gibi kampanyalar Türkler dışında kalan diğer halkların “Yabancı Lehçeli Türkler” olarak bir genelge ile sınıflandırılmasına kadar varmıştır (1930). Türkçeden farklı dillerin kamusal alanda kullanımın yasaklanması (1937), eğitimde Türkçe dışında dillerin kullanımın yasaklanması, coğrafi alan adlarının Türkçeleştirilmesi (1949 il idare kanunu), Soyadı Kanunu (1934) gibi düzenlemeler Türkleştirme ve Türkçeleştirme programlarının devam eden uygulamaları olmuştur. Bu politikalar sonucunda Türk kimliğinin dışında kalan tüm etnik gruplar dönem dönem katliam ve kitlesel kıyıma varan (Dersim/1938) uygulamalarla asimilasyona tabii tutulmuşlardır. Bu asimilasyon politikaları sonucunda ülkemizde farklı etnik gruplara yönelik ayrımcılık politikası toplumun bilincine yerleştirilmiştir. Bu tür politikalardan en çok, yoksullar, kız çocukları ve kadınlar ve de devlet tarafından asimilasyona tabii tutulan, dili kabul görmeyen bütün halklar etkilenmiştir.
Anadilinde Eğitim, Eğitim Hakkı Mücadelesinin Ana Taleplerinden Biridir!
Eğitim sisteminde yaşanan bu sorunların ortadan kaldırılması, milyonlarca öğrencinin eğitimden yoksun kalmaması, Türkiye’de yaşayan tüm halkların kendi dilleri ve kültürlerini yaşayabilmesi ve demokratik ve kamusal eğitimin yeniden inşasını sağlamak için Türkiye’de tüm farklı etnik grupları da içine alan yeni bir eğitim modeli geliştirilmelidir.
Bu bağlamda; Anadilinde Eğitim Hakkı Atölyesi’nde yaptığımız tartışmalar sonucu açığa çıkan:
Taleplerimiz ve Mücadele Programımız
- Anayasanın 42. Maddesinde yer alan Türkçeden başka bir dilde eğitim yapılamaz şartı kaldırılarak anadilinde eğitimin önündeki tüm yasal engeller kaldırılmalıdır.
- Anadilinin temel alındığı çok dilli eğitim modelleri geliştirilmeli ve tüm eğitim süreçlerini kapsayacak şekilde uygulanmalıdır.
- Ülkemizdeki farklı diller esas alınarak çok dilli eğitim modellerine uygun öğretmen yetiştirme politikaları belirlenmeli ve hayata geçirilmelidir.
- Sadece Türkçenin geliştirilmesi üzerine planlanan dil politikası ülkemizde konuşulan tüm dilleri kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Devlet eşit bir tutumla tüm dillerin gelişimini kamusal güvence altına almalıdır. Bu amaçla dil enstitüleri kurulmalı bilimsel araştırmalar yapılmalıdır.
- Eğitimde Türkçe dışında başka bir dilin kullanılmasının “ülkeyi ve halkları böleceğine” dair toplumda oluşturulmuş olan yaygın düşüncenin ortadan kaldırılması için gerekli her türlü çalışma yapılmalıdır.
- Yeni dönemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilen yeni asimilasyon vasıtalarından olan “Yaşayan diller ve lehçeler” adı altında ki seçmeli dersler kaldırılmalıdır.
- Tek dil ve tek ulus yaratma projesinin parçası olarak isimleri değiştirilen köy ve şehirlerin eski isimleri geri verilmelidir.
- Türkiye’de ki azınlık okullarının yönetimi özerk bir statüye kavuşturulmalı, bu okulların giderleri kamu bütçesinden karşılanmalı ve materyal geliştirilmesi sağlanmalıdır.
- Anadilinde eğitim hakkı mücadelesi ile parasız eğitim hakkı mücadelesi iç içe geçen bir mücadele olarak örgütlenmeli ve diğer hak mücadeleleriyle ilişkilendirilmelidir.
- Kamusal alanda farklı dillerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle eğitim, sağlık ve adliye gibi kamusal alanlarda özellikle Kürtlerin anadili gözetilerek kamu personeli tayinleri gerçekleştirilmelidir.
[1] 2006 yılında KONDA’nın yaptığı araştırma sonuçlarına göre