Güvencesizlik, iş ve gelir güvencesi başta olmak üzere belirli çalışma süresi ve saati, tanımlı bir iş, sosyal güvence, örgütlenme hakkı gibi hakların tamamından ya da bir kısmından yoksun olmayı ifade eder. Güvencesizlik birçok bakımdan işçilerin yeni konumlarını da tarif etmektedir. İşçilerin hem sermayeye karşı güvencesizliğini hem kendi arasında oluşturulan yapay farklılıklarla birbirlerine karşı güvensizliğini, hem de bugüne kadar piyasa ilişkileri dışında kalmış tüm alanların piyasalaştırılması sonucunda eğitim, sağlık, barınma, ulaşım vb. kamusal güvencelerden mahrum kalmalarını ifade eder.
80’li yıllarda tüm dünyada sermaye stratejisi olarak hayata geçirilen ve bugün AKP’nin neoliberal “dönüşüm” programı olarak uygulamaya koyduğu yıkım programı ile kamusal alan tasfiye edilip eğitim alanı piyasaya açılırken bu alanda hizmet veren eğitim ve bilim emekçileri de güvencesizleştirilmektedir. Eğitimin temel ve kamusal bir hak olmaktan çıkarılması tarihi ile eğitim emekçilerinin güvencesizleştirilmesi tarihi bir ve aynı sürecin parçalarıdır. Güvencesizlik işçi sınıfını ve bütün halk kesimlerini ayrıştırıp parçalarken aynı zamanda hepsini ortak bir kaderde buluşturmaktadır.
Eğitimde güvencesizlik, KPSS uygulaması ve atama sayılarının her sene sınırlandırılmasıyla birlikte büyük bir işsiz öğretmen kitlesinin ortaya çıkmasıyla tartışılmaya başlanmıştır. Oysa bu alandaki güvencesizleştirme saldırısı ne bununla başlamıştır, ne de tek başına bu kesimle sınırlıdır. Eğitime ayrılan bütçenin her geçen yıl azalması, özel okul ve dershanelerin yaygınlaşması, üniversitelerde piyasalaştırma ve güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaşması, ilk ve orta öğretimde temizlik vb. işlerin velilerden toplanan paralarla karşılanması gibi örnekler bu sürecin parçalarıydı.
“Her şeyi devletten beklemeyin”le özetlenebilecek neoliberal söylemle “masumlaştırılmaya” çalışılan bu süreç içinde; 90’lı yılların ortalarında çıkartılan norm kadro yönetmeliğiyle önce kadrolu hizmetli atamaları sınırlandırılmış ve sonrasında yardımcı hizmetlerin maliyetinin veliler tarafından karşılanması ile sonuçlanmıştır. Bugün artık yardımcı hizmetler personelinin tamamına yakını iş güvencesinden mahrum biçimde taşeronlar eliyle çalıştırılmaktadır. Kadrolu hizmetli atamalarının sınırlandırılması kadrolu öğretmen atamalarının sınırlandırılmasıyla devam etmiş ve 70’li yıllardan beri kimi zorunlu durumlar için tarif edilmiş olan “ücretli öğretmenlik”, 2000’li yıllarla birlikte yaygınlık kazanmıştır. Artık her okulda ücretli öğretmen vardır ve ücretli öğretmenlik özellikle yoksul mahallelere doğru yaygınlaşmaktadır.
Eğitim fakültelerinin yaygınlaşmasıyla birlikte mezun öğretmen sayısı da artmıştır. Bu süreçte Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen açığını kadrolu atama ile karşılamak yerine ücretli ve sözleşmeli öğretmen çalıştırmayı tercih etmiştir. Oysa norm kadro uygulamasıyla okulların ihtiyacı olan öğretmen sayısının “hızla tespit edilip, nerede ihtiyaç varsa oraya öğretmen gönderileceği” bu sürecin iddiası olmuştur. Ancak sonuç kadrolu atama sayılarının her geçen yıl düşmesi ve yüz binlerce işsiz öğretmendir.
Yaygınlaştırılan paralı anasınıfları uygulaması da eğitimin piyasalaştırılmasının ve eğitim emekçilerinin güvencesizleştirilmesinin laboratuvarı olmuştur. Anasınıfı öğretmenleri usta öğretici statüsünde çalıştırılırken; temizlik, yemek vb. hizmetleri üreten emekçilere ise taşerondan bile beter, asgari ücretin altında ücretle, güvencesiz çalışma biçimi uygun görülmüştür. Bu süreç okullarımızda farklı statülerde çalışan öğretmenlerin hem kendi aralarında hem de temizlik çalışanları ile ilişkilerinde gözle görülür bir hiyerarşiyi ortaya çıkarmıştır.
Güvencesizlik, öğretmenlerin hayatında “geçici” olmaktan çıkıp “sürekli” bir hal aldığından beri kamuoyunda “KPSS intiharları” olarak anılacak şekilde 30 öğretmen intiharı yaşanmıştır. Sosyal güvencesi olmaması ve yoğun çalışma temposunun getirdiği şartlarla birlikte oluşan sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybedenleri eklediğimizde bu sayı 36’ya yükselmiştir. Diğer taraftan işsiz kalan öğretmenlere alternatif olarak sunulan özel öğretim kurumları da güvencesiz çalıştırmanın en belirgin alanlarından birini oluşturmaktadır.
Güvencesizleştirme saldırısı “kadın öğretmenler” üzerinde de ayrıca hissedilmektedir. Ucuz iş gücü olarak görülen, eğitim fakültesi mezunu olmayan kadınlara ücretli öğretmenlik lütuf gibi sunulurken, dershanelerde çalışan kadınlar “hamilelik, doğum izni” vs. durumlarda işten çıkarılmaktadır. Sayıları yüz binleri bulan ataması yapılmayan öğretmenlerin, işsizlikle karşı karşıya kaldıkları için “geçici” olacağını düşünerek kabul ettikleri güvencesiz çalışma biçimleri aynı zamanda siyasal iktidar tarafından kadrolu öğretmenlerin talepleri üzerinde de baskı aracı olarak kullanılmaktadır.
Vekil, ücretli, usta öğretici, sözleşmeli adı altında öğretmenler farklı statülerde istihdam edilirken; 2011 genel seçimleri öncesinde çıkarılan KHK ile sözleşmeli öğretmenlik kaldırıldığında, usta öğreticilik de mahkeme kararı ile iptal edilmişti. Ücretli öğretmenliğin kaldırılması ise 18. Milli Eğitim Şurasında ve Ulusal Öğretmen Çalıştayı’nda gündem olmuştur. Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi, bir daha sözleşmeli atama yapılmayacağına dair söylemler, ücretli öğretmenliği 4 yıl içinde bitireceklerine dair açıklamaları ise “demokrasi kisvesi” ile sunulmaktadır. Ancak açık ki esas amaç; 657 sayılı yasa da yapılacak değişikliklerle tüm öğretmenleri güvencesizleştirmektir. Çalışma Bakanı dahil olmak üzere AKP’nin tüm kurmayları kamu personel rejiminde yapmak istedikleri değişimin sözleşmeli ve performans esaslarına göre istihdam doğrultusunda olduğunu gizlememektedir.
Piyasalaştırmanın ve güvencesizleştirmenin bir başka manivelası olan TKY (Toplam Kalite Yöntemi) ve OGYE (Okul Gelişim Yönetim Ekibi) uygulamaları, okul ortamını demokratikleştirmek, veliyi ve öğrenciyi etkin öznelere dönüştürmek gibi “ulvi” amaçlarla reklam edilmiştir. Oysa bu uygulamalar öğretmenleri “okullara kaynak yaratma” gibi tanım dışı işlere koşturarak, öğretmenlere “tahsildarlık” görevi yükleyerek esnek çalıştırmayı meşrulaştırmış, eğitim emekçilerinin “demokratik çalışma ortamı” gibi talepleri de çarpıtılarak, veli ve öğrenciler de müşteri haline getirilmiştir.
Piyasalaştırmanın derinleşmesiyle öğrenci, öğretmen, veli ilişkilerinde büyük değişimler ve sürtüşmeler ortaya çıkmıştır. Örneğin öğretmenlerin kurs açmaya teşvik edilmesi ve kursa gelen öğrencilere “kolaylıklar sağlanması”, velinin de “paramı veriyorum istediğim olacak” diyerek öğretmeni baskı altına almasına dönük eğilimleri güçlendirmiştir.
Önümüzdeki dönem kamu-özel ortaklığı üzerinden “okullar hayat olsun, eğitim kampüsleri” adı altında hayata geçirilecek projelerle okullarımızın her bir birimi piyasalaştırılarak eğitim emekçilerinin güvencesiz istihdam edileceği yeni alanlar açılması hedeflenmektedir.
Müfredat değişiklikleri ve e-okul gibi teknoloji ve bilişim uygulamalarıyla beraber öğretmenlerin iş yükleri artmış, işlerin yapıldığı yer ve saatlerin sınırları ortadan kalkmış, artık sabahlara kadar evde iş yapan öğretmen profili yaratılmıştır.
2012-2013 eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlanan 4+4+4 eğitimde yıkım programı ile öğretmenler mesai saatleri dışında da çalışmaya zorlanmakta, angarya çalıştırma (Öğrenci Koçluğu, Eğitim Harcamaları Anketi TEFBİS, İlköğretim Kurumları Standardı Anketi İKS, Aşamalı Devamsızlık Yönetimi ADEY, Aile Öğretmenliği vb uygulamalarla) fiili olarak yaygınlaştırılmaktadır.
4+4+4 piyasacı, gerici eğitim sistemi başta sınıf öğretmenleri olmak üzere 70 bin öğretmeni norm fazlası durumuna düşürmüş, norm fazlası haline gelen öğretmenler alan değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Yan alan seçimi ya da "alan değişikliği" bir taraftan atama bekleyen öğretmenlerin kontenjan sayılarını etkilemiş ve pek çok branşta atama sayıları önceki senelere göre düşmüştür. Örneğin sınıf öğretmenliğinde her yıl 2500-3000 civarında değişen atama sayısı bu yıl 300'e düşmüş; branş atamalarında kontenjan artacak diye beklenirken alan değişikliği ile branş ihtiyacı kısmen karşılandığı için atama bekleyen öğretmenlerde umutsuzluk yaratmıştır. 4+4+4 sistemi ile oluşan norm fazlası ve alan değişiklikleri, piyasalaştırma ve ücretli öğretmenlik uygulamasından sonra eğitimi daha da niteliksizleştirmektedir.
Bugün eğitimin “kalitesini” arttırmak için “kaliteli öğretmen” propagandası ile hayata geçirilmeye çalışılan “Performans Yönetim Sistemi, Kariyer Basamakları, Yeterlilik Sınavları” gibi uygulamalar ise kadrolu eğitim emekçileri için iş güvencesi ile güvencesizlik arasındaki çizgiyi ortadan kaldırmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2006 yılında yayınlanan EARGED (Eğitim Araştırma Geliştirme Dairesi) belgesinde “Eğer, tüm motivasyon artırıcı ve geliştirmeye dönük planlamalar uygulandığı halde çalışanın performansında bir artış gözlenmiyorsa, işe son verme en son başvurulacak bir yöntem olabilmektedir” şeklinde yer alan ifade ile tüm eğitim emekçileri güvencesizlikle tehdit edilmektedir.
Torba yasa, 652 sayılı KHK ile güvencesiz çalıştırmanın yasal zemini güçlendirilirken Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi ile öğretmenlere kariyer basamak sınavlarının önü açılmıştır. Performans ve kariyer basamakları, kamu personel rejiminde yapılmak istenen (657 sayılı DMK değişikliği) ve temel hedefi iş güvencesini fiilen ortadan kaldırmak olan değişikliklerin eğitim ayağını oluşturmaktadır. Tüm bu uygulamalar mevcut binlerce işsiz ve güvencesiz eğitim emekçisi ile birlikte aynı zamanda kadrolu eğitim emekçilerinin de güvencelerini tırpanlamaktadır. Bu saldırı politikaları bir taraftan güvencesizlik kuşatmasını genişletirken, güvencesizliğe karşı mücadele cephesini de genişletmektedir.
Eğitimde piyasa egemenliğini tesis etmenin önemli adımlarından birini de üniversitelerin şirketleşmesi ve bilim emekçilerinin güvencesizleştirilmesi oluşturmaktadır. Bunun için AKP 4+4+4’ün üniversitelere tercümesini YÖK yasası ile hayata geçirmeyi hedeflemektedir. Üniversitelerde asistanların iş güvencesinden yoksun çalıştırılması için 50d statüsü ile bilinen güvencesiz çalıştırma biçimi yeni YÖK yasa taslağı ile kalıcı hale getirilirken, öğretim üyelerinden destek personeline kadar üniversitede çalışan tüm bilim emekçilerinin iş güvencelerinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Bu süreç aynı zamanda bilim emekçileri için “proje araştırmacılığı” vb tanımlar getirerek bilim üretim süreçlerini sermaye çıkarlarına göre yapılandırılması anlamına gelmektedir. Bugün vakıf üniversiteleri bilim emekçilerinin güvencesiz çalıştırılma biçimlerinin yaygın görüldüğü, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin ise sigortasız ve iş tanımları yapılmaksızın çalıştırıldıkları alanlar haline gelmiştir.
Yukarıda anlatılan tabloda, üzerinden atlanılmaması gereken diğer bir olgu da eğitimin tüm aşamalarında merkezi sınavların yaygınlaşması ve belirleyici hale gelmesidir. Sınavlar eğitimin tamamen ölçülebilir sonuçlar üzerinden kurgulanmasına yol açmıştır. Bu durumda da sınavlar piyasacı eğitimin olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. Sınav sistemi aynı zamanda öğretmenlerin güvencesiz istihdamının her geçen gün arttığı dershanecilik sektörünün de temel dayanağını oluşturmuştur.
Bütün bunların yanında öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine yönelik yoğun bir itibarsızlaştırma saldırısı da güvencesiz yaşama sürüklenen öğretmenler üzerinde ağır bir yük oluşturmuştur. Başbakan ve bakan başta olmak üzere üst düzey yöneticilerden öğretmenlerin “yeterince çalışmadıkları”, “çok fazla tatil yaptığı”, “eğitim fakültesi mezunu olan herkesin öğretmen olamayacağı, atama beklemek yerine kendilerine başka iş bulmaları” ve en son atama bekleyen öğretmenleri “yem bekleyen güvercinlere benzetmek” gibi sözler sıkça duyulmaya başlanmıştır. Alo 147 ihbar hattı ile birlikte itibarsızlaştırma ve güvencesizleştirme politikaları katmerlenerek eğitim emekçileri üzerinde bir baskı, denetleme ve kontrol mekanizması oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Güvencesizliğe karşı mücadele ve örgütlenme
Güvencesizliğin sorunları ve uygulamaların sonuçları görünür olmaya başladıkça güvencesizliğe karşı itirazlar, tepkiler ve kimi mücadele biçimleri, araçları gündeme gelmiştir. Ancak bu mücadeleler parçalı ve bütünsellikten uzak yürüdüğü için güvencesizlik saldırılarını durdurmaya yetmemiştir. Güvencesizlik sorunu karşısında güçlü bir inisiyatif ve çekim merkezi olma potansiyeli taşıyan eğitim ve bilim emekçilerinin öz örgütü Eğitim-Sen’in bugün için bütünlüklü ve kapsayıcı bir mücadele ve örgütlenme programına sahip olmayışı nedeniyle eğitim alanında güvencesizliğe karşı mücadele parçalı bir biçimde sürdürülmektedir.
Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin düzenlediği Eğitim Hakkı Buluşması’nda 26 Ocak 2013 tarihinde çoğunluğu eğitim emekçileri olmak üzere veli ve öğrenci katılımcılarıyla yaptığı tartışmalarla toplanan atölyemiz yaptığı tartışmalarla eşit, parasız, bilimsel ve anadilinde bir eğitim için öğretmeni tüccar, veliyi müşteri, okulu işletme olarak gören zihniyete, metalaştırmaya, güvencesizleştirmeye karşı mücadele etmeyi asli görevi olarak önüne koymuştur. Eğitime bütçeden yeterince pay ayrılarak tüm eğitim ve bilim emekçilerinin kadrolu ve güvenceli çalışma hakkına kavuşması, öğretmen açığının giderilmesi, mücadelenin ana gündemlerindendir. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri, eğitim ve bilim emekçilerinin güvencesizleştirilmesine karşı yürütülen mücadeleyi aynı zamanda eğitim hakkı mücadelesi olarak görmektedir.
Taleplerimiz ve Mücadele Programımız
- Eğitim Hakkı Meclisleri olarak, eğitim emekçilerini itibarsızlaştıran ve güvencesizleştiren her türlü saldırıya karşı eğitimin tüm özneleriyle birlikte mücadele edeceğiz.
- Eğitimi kesintiye uğratarak niteliksizleştiren ve eğitim emekçilerini güvencesizleştiren “ücretli öğretmenlik” uygulamasına karşı tüm öğretmenlere kadrolu, güvenceli çalışma hakkı ve bilimsel eğitim için mücadele edeceğiz.
- 4+4+4 sistemi ile çöken norm kadro uygulaması sonucunda öğretmenleri sürgün eden uygulamalara karşı “Öğretmenimi İstiyorum” talebiyle öğretmen sürgünlerinin karşısında duracağız.
- Öğretmenleri itibarsızlaştıran, baskı, sürgün ve soruşturmalarla itaatkârlaştıran ALO 147 ihbar hattının karşısında öğretmenler, öğrenciler ve veliler olarak AKP’nin eğitim politikalarını teşhir edecek, etkisizleştireceğiz.
- Öğretmenler arasında rekabeti arttıran, eğitim emekçilerinin en temel haklarını ortadan kaldıran, sözleşmeli çalıştırmanın zeminini yaratan “Performans Yönetim Sistemine” karşı veliler ve öğrenciler olarak öğretmenlerimizin performansını ölçmeyeceğiz. Bilimsel, kamusal eğitim, öğretmen talebi için eğitime bütçe, kadrolu güvenceli istihdam talep edeceğiz.
- Öğretmenler arasında ücretten sosyal haklara kadar ortaya çıkan bir dizi eşitsizliğe, bilim emekçilerin iş güvencesini elinden almayı hedefleyen, akademik özgürlükler ve bilimsel eğitimin özüne aykırı yasal düzenlemelere boyun eğmeyeceğiz. YÖK Yasa Tasarısı’na karşı mücadele edeceğiz.
- Ücretli öğretmenliğin ve KPSS’nin kaldırılması için mücadele edecek ve sınavsız-koşulsuz atama talebini yükselteceğiz.
- Dershanelerde ve özel okullarda öğretmenlerimizin kölece çalıştırılmasına izin vermeyeceğiz.
- Bilimsel eğitim ve kadrolu güvenceli istihdam için okullaşma ve derslik sayılarının arttırılarak 24 kişilik sınıflarda eğitim verilebilmesini talep edeceğiz.
- Eğitimin her bir birimini piyasalaştıran, ihaleye açan, sermayeye eğitimci emeğini güvencesiz sunan kamu özel ortaklığı projelerine karşı, okullarımıza ve öğretmenlerimize, meslek onurumuza sahip çıkacağız.
Sonuç
Güvencesizlik sadece eğitim alanında yaşanmıyor. Neoliberal dönemde tüm çalışma ilişkilerinin değiştiğini/kuralsızlaştığını ve temel hizmetlerin piyasalaştırılmasıyla iç içe geçen bir süreç olarak yaşandığını yeniden vurgulamak anlamlı olacaktır. Dolayısıyla eğitim alanında yaşanan güvencesiz çalıştırma, bir uygulama olarak da bir devlet politikası olarak da eğitimin paralılaştırılmasından ve gericileştirilmesinden bağımsız ele alınamaz.
Bugün eğitim alanında örgütlü bulunan Eğitim-Sen bütünlüklü ve birleşik bir mücadeleyi öngören bir programla güvencesizliğe karşı mücadelenin merkezi örgütü olma potansiyelini taşımaktadır. Bu nedenle güvencesizliğe karşı mücadelede ataması yapılmayan öğretmenlerin, ücretli öğretmenlerin dershane ve özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin parçalı mücadeleleri, bugün eğitim emekçilerinin öz örgütü olan Eğitim-Sen tarafından bütünleştirilerek geleceğe taşınması tarihsel bir görev olarak durmaktadır.
Eğitim emekçilerinin birliğinin sağlanması çok önemli olmakta birlikte güvencesizliğe karşı mücadelenin aynı zamanda eğitim hakkı mücadelesi olduğu gerçeği göz önüne alındığında piyasalaştırmanın ve metalaştırmanın doğrudan mağduru olan ve eğitim alanında “müşteri” olarak görülen velilerin de bu mücadelenin bir parçası olması yaşamsal bir öneme sahiptir. Eğitim emekçilerinin ve velilerin bir arada olacakları “eğitim hakkı meclisleri” vb. örgütlenmelerin yaygınlaştırılması