İletişim Hakkı Atölyesi Sonuç Bildirgesi

Pt, 07/03/2011 - 17:46
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

İletişim Hakkı atölyesi, Halkın Hakları Forumu’nun Sermayenin kent politikalarına karşı mücadele üst başlığı altında 22 Ocak 2011 tarihinde gerçekleştirildi.

 

Son otuz yıldır devam eden neo-liberal yapılanma tüm toplumsal alanları olduğu gibi iletişim alanını da yeniden biçimlendirmekte ve belirlemektedir. Küreselleşme süreci ile iç içe ilerleyen teknolojik yenilenme, özellikle iletişim süreçlerinde yeni dinamikler meydana getirmekte; iletişimi, toplumsal örgütlenmede giderek daha merkezi bir konuma taşımaktadır.

En yaygın iletişim ortamı olarak kabul edilebilecek olan medyanın da bu gelişmelere bağlı olarak toplumsal etkisi ve önemi artmaktadır. Günümüz toplumlarında, bilginin kamusal dolaşımı ve içeriğinin belirlenmesi gibi ayırt edici bir niteliğe sahip olan medya, aynı zamanda tüm toplumsal ilişkilerin dolayımlayıcısı ve yeniden tanımlayıcısı olarak da özel bir işlev görmektedir. Kamusal dolaşım ve toplumsal dolayımın yegâne olmasa da en etkili mecrası olan medya, bu nedenledir ki, gerek endüstriyel gerekse içeriksel anlamda sermayenin de en etkin ve yoğun faaliyet alanıdır. Bu durum, yalnızca bilgi akışını ve iletişim kanallarını değil, tüm bir bilgi üretme pratiğini ve beraberinde kamusal tartışmanın doğasını da niteliksel bir dönüşüme uğratmaktadır.

Bu alandaki sermaye egemenliği, medya ve iletişim pratiklerini çağımızda küresel bir ticari faaliyet alanı haline getirmiştir. Böylece hem medya yapısı ve içeriği, hem de iletişim ürün ve hizmetlerinde kamu yararı anlayışı dışarıda bırakılarak, ticari (ve tabii ki siyasi) çıkarlar doğrultusunda manipüle edilmiş bir bilgi ve hizmet alanı ortaya çıkmıştır. Yoğunlaşma ve tekelleşme ile birlikte, tüm iletişim mecra ve araçları hem küresel hem de ulusal düzeyde birkaç büyük holdingin elinde toplanmıştır. Bu durum iletişim süreçlerinin anti-demokratik yapısını derinleştirirken, aynı mantığın ürünü olan katı fikri mülkiyet düzenlemeleri de enformasyonun kuşatılmasını ve ticari faaliyetle özdeş kılınmasını beraberinde getirmektedir.

Katılım mekanizmalarının giderek yok edilmesi sonucu en temel iletişim ve ifade hakları ortadan kaldırılmakta; sansür ve siyasi müdahale sınırsızlaşmaktadır. Bu durumda geniş halk kitleleri ve ezilenler, medyada ya ayrımcı biçimlerle temsil edilmekte ya da görünmez kılınmaktadır. Sermaye dışı unsurlar iletişim süreçlerinden giderek daha fazla dışlanmakta; ulusal iletişim politikaları, sermaye ihtiyaçlarına cevap vermek üzere yeniden yapılandırılmaktadır. Sermayenin dolaysız bir alanı haline gelen medya, gericiliğin, ırkçılığın,  cinsiyetçiliğin her türlü biçimini meşrulaştırıp yaygınlaştıran ve engellileri görmezden gelen işleyişi ile hâkim eşitsiz toplumsal pratiklerin daha da derinleştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu durum, toplum kesimlerinin demokratik siyasi süreçlerden dışlanmasına hizmet ederken, toplumsal ve siyasi süreçleri dönüştürme çabası için de ciddi bir engel oluşturmaktadır.

İletişim olanaklarına erişim ve müdahale açısından oluşan siyasal uçurumun yanı sıra, iletişim süreçlerini doğrudan etkileyen bir “sayısal uçurumdan” da bahsedilmelidir. Özellikle yeni iletişim teknolojileri, geniş toplumsal kesimlerin içeriğin üretilmesi ve paylaşılması sürecinden dışlanmasında önemli bir işlev görmektedir. Çünkü iletişim pratikleri artık politik süreçlerle olduğu kadar teknolojik süreçlerle de eklemlenmekte ve şekillenmektedir. Bu nedenle iletişimin yeni araçlarının yarattığı yeni hiyerarşik ilişkiler de medya ve iletişim alanının belirleyici unsurları arasında bulunmaktadır. Açıkça ifade edilmelidir ki, iletişim süreç ve pratiklerinin hiyerarşik, ayrımcı ve anti-demokratik yapısı ile bu alandaki siyasal ve sayısal uçurumların toplumsal ilişkiler açısından işaret ettiği temel nokta, sınıfsal uçurumların ta kendisidir. Bu nedenle medya ve iletişim ortamı sınıf mücadelesinin de dolaysız bir alanıdır.

İnternet, uydu ve telekomünikasyon gibi araç ve hizmetlerin ucuz, ulaşılabilir ve nitelikli olmaması, aynı şekilde elektronik izleme ve denetim mekanizmalarıyla internet ve haberleşme sahalarının kuşatılması, yeni iletişim yapısının en önemli sorunlarındandır. Diğer yandan ticarileşmiş iletişim süreçlerinde engellilerin bu araçları kullanabilme imkânı göz ardı edilmekte, engelli kullanıcılar bu pratiklerden dışlanmaktadır. Tüm bunları içeren bir biçimde haberleşme ve internet özgürlüklerinin savunulması ve korunmasının talep edilmesi, iletişim hakkı mücadelesinin vazgeçilmez bir bileşenidir.

Yaşanan süreç, yalnızca iletişimin “hitap ettiği kitleler” nezdinde değil, iletişim çalışanları için de büyük sorunlar yaratarak ilerlemektedir. Yeni iletişim yapısı, medya ve iletişim alanında emek süreçlerini radikal biçimde dönüştürürken emekçilerin, emekleri üzerindeki denetimini gittikçe yok etmekte; çalışanların haklarını rahatlıkla gasp ederken örgütlenme ve hak arama pratiklerinin altını oymaktadır. Aynı zamanda medyada editoryal bağımsızlığı ortadan kaldırırken, bir yandan da çalışanlar arasında “sıradan muhabirler” ve “popüler ikonlar” türünden niteliksel uçurumlar yaratmaktadır.

Tüm bu yapılanma Türkiye özelinde de benzer uygulama ve sonuçlarla yaşanmaktadır. Ancak doğru bir değerlendirme için Türkiye’deki medya ve iletişim ortamını belirleyen önemli özgün gelişmeler de göz önünde tutulmalıdır.

Bu gelişmelerin başında, liberalizm ile muhafazakârlığın tarihsel ittifakı gelmektedir. Bu ittifak, neo-liberal dönemde yeniden tanımlanmış ve Türkiye’de özgün bir iktidar modeli olarak cisimleşmiştir. AKP iktidarının dinci gerici-muhafazakâr özellikleri neo-liberal otoriter bir rejim inşasının harcı olmakta; toplum, cemaatler temelinde yeniden örgütlenmeye çalışılmakta, neo-liberal yıkımın sürdürülebilirliğinde hayırseverlik ve cemaatçilik kritik bir rol oynamaktadır.  Neo-liberal yeniden yapılanma ve gericilik birbirinden beslenmekte ve AKP iktidarında cisimleşmektedir.

Böylesi bir siyasal-toplumsal atmosferde iletişim alanında yaşanan en önemli gelişmelerden biri, ana akım medyada hızla değişen sahiplik ilişkileri ve medyanın yandaşlık yörüngesine bütünüyle girmesidir. Böylece medya yoluyla kamusal düşünce ve tartışma alanında gerek liberalizm (sol liberalizm) ve dinci gericiliğin gerekse neo-liberal piyasa dilinin ideolojik hâkimiyeti önemli boyutlarda artmıştır. Medyanın halkın hak mücadelelerinin karşısındaki en önemli saldırı araçlarından birine dönüştürüldüğü bu koşullarda, gericiliğe karşı mücadele, kendi özgün taleplerini, dilini ve araçlarını yaratırken, neo-liberalizm ve gericilik ile damgalanmış günümüz medya ortamını dönüştürmeyi hedeflemek ve medya dışında alternatif iletişim ortamlarını da yaratmak zorundadır. İletişim hakkına sahip çıkmak, bu anlamıyla gericiliğe karşı verilecek mücadeleyle iç içedir.

Medya bir yandan somut sermaye projelerinin popüler meşrulaştırıcısı haline gelirken, diğer yandan iktidar ideolojisinin ve hükümetin siyasal-iktisadi operasyonlarının saldırgan bir savunucusu halini almıştır. Dolayısıyla medya artık yalnızca toplumun geniş kesimlerinin değil, aynı zamanda bu kesimlerce hayata geçirilen her türlü toplumsal muhalif hareketin de görünmez kılınmasının ya da değersizleştirilip karalanmasının en önemli toplumsal aracıdır. AKP iktidarının kamuyu çökerten neo-liberal politikaları yanında yaslandığı en temel ideolojik unsurlar dinci-gericilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik olarak şekillenmektedir. Medyada başından beri hâkim olan cinsiyetçi anlayış, AKP’nin neo-liberal gericiliği ile farklı cinsel kimliklere karşı doğrudan bir düşmanlığa doğru evrilmektedir. Erkek egemen ideolojinin dışladığı tüm kesimler medyada görünmez kılınmakta, iktidarın eril ve saldırgan dili medya tarafından yeniden üretilmektedir.  Neo-liberal muhafazakârlığın toplumda yarattığı ayrımcı-cinsiyetçi kavrayış medya tarafından normalleştirilmekte ve meşrulaştırılmaktadır.

Neo-liberal muhafazakârlığın, AKP iktidarında dinci-gericilik, cinsiyetçilik ve şovenlikle eklemlenen unsurları, ırkçı özellikleriyle başta Kürt halkı olmak üzere, tüm ezilenleri fiilen “ikinci sınıf yurttaşlar” sayarken, medya halkları birbirinden ayrıştıran ve düşmanlaştıran bir söylemi şekillendirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. Bu söylem Kürt sorununda, ulusal baskıyla bütünleştirilerek uygulanan mülksüzleştirme politikalarının sonucunda  “göçmenlik” ve “Kürt işçiliğinde” ifadesini bulan yeni boyutlar kazanarak yeniden üretilmesini de meşrulaştırmaktadır. Diğer taraftan ana dilde iletişim olanaklarına sahip olma hakkı bu düzende, “Kürt sorununda açılım politikalarının” ikiyüzlülüğünü kanıtlar biçimde piyasanın insafına bırakılmaktadır.

Böylesi bir iletişim alanında halkın iletişim hakkını talep etmek, hem mevcut eşitsiz iletişim ortamına karşı mücadeleyi içermekte, hem de görünmez kılınan halkların kendi görünürlüğünü yine kendi araç ve pratikleriyle sağlaması için verilen politik bir mücadeleyi ifade etmektedir. Aynı zamanda iletişim hakkı mücadelesi, halkın söz ve karar hakkı için daha eşitlikçi ve demokratik bir kamusal alan ile toplumsal ilişkiler ağını talep etmektedir.

Tüm bunlar ışığında halkın iletişim hakkını talep etmenin aynı zamanda halkın söz, yetki ve karar hakkını talep etmek olduğunu vurguluyoruz. Halkın iletişim hakkı mücadelesi bu nedenle;

-          İletişim alanındaki ticarileşmenin önüne geçilmesi ve kamusal iletişim olanaklarının arttırılması;

-          Kamusal bilgi paylaşımının etkin ve siyasi iktidar-sermaye denetiminden bağımsız kanallarının oluşturulması ve herkesin bu kanallara eşit erişiminin sağlanması;

-          Toplumsal ilişkilerin dolayımlayıcısı olan mevcut medya ortamının tüm cinsiyetçi, gerici, ırkçı özelliklerinden arındırılması;

-          Yaygın iletişim araçlarında ve hak mücadelelerinin medyasında görme, işitme ve konuşma engellileri dikkate alan (internet sitelerinin ve basılı medyanın görme engellilerin izleyebileceği şekilde tasarlanması; televizyon yayınlarının işitme engellilerin kullanabileceği alt yazı, işaret dili gibi sistemleri içermesi gibi) düzenlemelerin yapılması;

-          Medya emekçilerinin örgütlenme haklarının elde edilmesi;

-          Hak ihlallerinin izlenmesi ve teşhir edilmesi;

-          Halkların, iletişim hakkı için toplumsal eylemler ve etkinlikler yoluyla harekete geçirilmesi gibi öğelerden oluşan çok yönlü bir mücadeledir.  

İletişim hakkının gerçeklik halini alabilmesinin koşulu, halkın çeşitli kesimlerinin kendi alternatif iletişim ortamlarını, dilini ve pratiklerini yaratacak bir örgütlenme, eğitim ve etkinlik süreci içinde iletişim hakkı mücadelesinin aktif bir öznesi haline gelmesidir.

Bu nedenle iletişim hakkı atölyesinin önümüzdeki dönemdeki en önemli görevi, mevcut medya ortamında görünmez kılınan, değersizleştirilen ve karalanan toplumsal kesimlerle birlikte, eşitlikçi ve özgürleştirici bir iletişim ortamını, iletişim dilini ve pratiğini yaratmak, yaşatmak ve yaygınlaştırmaktır. Bu süreçte iletişim hakkı mücadelesinin kadrolarını yaratacak somut çalışmalar hayata geçirilmelidir. Bu kapsamda;

-          İnternet üzerinden uzaktan eğitim teknikleri ile iletişim ortamını kullanma ve içerik üretme eğitimi (belgesel üretiminden haber üretimine, kamera kullanımından internet yüklemeye, haber dilinden medya okuryazarlığına kadar geniş bir yelpazeyi kapsayacak şekilde) verilmesi ve

-          Alınan eğitimden sonra belli düzeye gelmiş olan gönüllülerin katılacağı, yaz aylarında örgütlenecek bir iletişim kampı düzenlenmesi önerilmektedir.