Bir süredir hava akınları zemininde devam eden Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi askeri operasyonun, bugün itibariyle bir kara harekâtına evrildiği bilgileri gündemdedir.
Ülke içinde; gerek “türban serbestliği” başlığında toplumu gericileştirme adımları atan, ancak karşısında önemli bir toplumsal direnç bulan; gerekse sadık uygulayıcısı olduğu neo-liberal politikalarının yoksul emekçi kitleler içinde yol açtığı hoşnutsuzlukların giderek büyümesinden kaynaklı sıkıntılı bir süreç yaşayan AKP iktidarı, görülen odur ki meşruluğunu ve toplumsal desteğini her geçen gün daha da yitirirken, işte bir kez daha Kürt sorununa, asıl olarak elini güçlendirme ve pozisyon tutma aracı olarak yaklaşmaktadır.
AKP iktidarı her köşeye sıkıştığında; milliyetçi, ırkçı söylem ve militarist uygulamalara sığınmayı bir alışkanlık haline getirmiştir. Daha dün, sözde demokratik açılımlara yöneleceği, hatta askeri bir seçeneğin açıkça karşısında olduğu izlenimini veren AKP; şimdi militarist-otoriter kesimlerle uyum içinde, bir başka ülkenin topraklarına askeri taarruz gerçekleştirmektedir.
Üstelik AKP, yalnızca kendi adına günü kurtarma derdinde de değildir. Kuzey Irak’a yönelik askeri eylemlerin kimi ulusal güvenlik kaygılarının ötesinde, başta ABD ile varılan uzlaşı ardından, gerçekte emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik projelerinin gereklerine göre yapılandırıldığı herkesçe bilinmektedir. Başbakan Tayip Erdoğan’ın ABD ve İngiltere’de yürüttüğü pazarlıklar sonucu “ne aldığı” az çok belli olsa da, karşılığında “ne verdiği”, işte şimdilerde şekillenmeye başlamıştır.
Sürecin gidişatı, özellikle Kuzey Irak’ın, bu coğrafyanın petrol ağırlıklı bir serbest bölgesi olarak sömürgeleştirilmesi planına uygun olarak gelişmektedir. Emperyalist güçlerin Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Yugoslavya'da uyguladığı “Dayton” sürecinin şimdi bir başka versiyonu, işgal altında bulunan Irak topraklarında adım adım yaşama geçirilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK’ya karşı başlattığı kara harekâtı da, BM'nin bölgeye girişi öncesinde bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Bu açıdan ülkemiz, öncelikle halkımız için çok daha ağır kayıplara, acılara vesile olacak sonu belirsiz kanlı bir maceraya, bir başka ifade ile Ortadoğu’da bir bataklığa sürüklenmektedir.
Kürt sorununun çözümünde, şiddeti temel alan uygulamaların, gerçekte sorunu daha da derinleştirmekten ve dolayısıyla çözümsüzlüğü beslemekten başka bir sonuca yol açmayacağı bilinmelidir. Halkları birbirine düşman eden bu uygulamaların uzun yıllardır yol açtığı tarifsiz acılar ve kayıplar; bu gerçeğinin başlıca kanıtı olarak göz önündedir.
Bu nedenlerle; Türk ve Kürt halkının yeniden kardeşliğini tesis edecek; her koşulda demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini temel alan, şiddeti kesin olarak dışlayan ve emperyalist güçlerin müdahalelerinden uzak, halkların özgür ve bağımsız iradesine dayanan adımların atılması, aynı zamanda toplumun barış ve güvenlik beklentisinin de başlıca gereğidir.
Ne yazık ki ülkemizi yönetenler, halkımızın özlemlerinin gereğini yapma yolunda ne istekli, ne de niyetli görülmektedir. Kuzey Irak’a yönelik bir sınır ötesi askeri operasyonun anlamı da öncelikle budur.
Kamuoyuna saygı ile duyururuz.