Egemen güçler arasında iktidarın dağılımı konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık giderilemedi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, şiddetli siyasi bir krizin patlak vermesine neden oldu. Bu ortamda, AKP hükümetine karşı biriken halk tepkisi, otoriter-militarist-şovenist bir siyasi söylemin ağırlık taşıdığı “laik-cumhuriyetçi” bir kimlik çerçevesinde, dev kitle gösterileriyle sokaklara döküldü. Türkiye tarihinin en büyük kitle hareketlerinden biri olduğu tartışma götürmeyen bu hareket, bağımsızlıkçı, özgürlükçü, demokratik unsurlar içermesine karşın, ordunun ve artık sol niteliğini yitirmiş olan CHP’nin iktidar mücadelesine yedeklenme eğilimindedir.
Halkın endişe ve kaygıları gerçek bir temele dayanmaktadır. Halkı, AKP’nin Cumhurbaşkanlığını da ele geçirmesi olasılığının belirmesiyle sokaklara döken yaygın endişe ve kaygıların üzerine odaklandığı tehlikeler, ülkenin gericiliğe ve bölünmeye doğru sürüklenmesi ile dizginsiz bir yağma ve sosyal yıkım sürecine girilmesidir. Halkın gericilikten duyduğu endişe, modern yaşam biçiminden uzaklaşılması, kadınların ve azınlık mezheplerin baskı altına alınması korkusundan kaynaklanmaktadır. “Bölünme” endişesi, sosyal dokunun ağır bir yıkıma uğramasına neden olacak etnik temelli bir iç savaşa sürüklenme korkusundan kaynaklanmaktadır. Neo-liberal yıkım politikalarından duyulan endişe ise yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik döngüsünden çıkış umudunun olmadığı bir ekonomik duruma sürüklenme korkusudur. Halkın bu endişe ve kaygıları gerçek bir temele dayanmaktadır. Bu temel, ABD’nin bölgemizde “ılımlı İslam” projesini de içeren sömürgecilik hareketleri ve ülkemizde yürürlükte olan neo-liberal yeni sömürgecilik politikalarıdır.
Ordunun ve CHP’nin oluşturduğu siyasi alternatif, AKP hükümetinin halk açısından temsil ettiği bu tehlikeleri ortadan kaldırabilecek bir nitelik taşımamaktadır. Siyasi İslamın halk içinde bu denli büyük bir güç kazanmış olmasının baş sorumlusu halkın seküler örgütlenmelerini vahşice ezen ve toplumun sınıfsal çıkarlar temelinde demokratik örgütlenmesini ağır yasaklar altında imkansız hale getiren 12 Eylül askeri yönetimidir. Ordu, bu yasakçı rejimi halen savunmakta ve uygulatmaktadır. CHP, ordunun 12 Eylül’de oluşturduğu bu yasaklı rejime, “Kürt ayrılıkçılığı” ve “şeriat” korkuluklarıyla sahip çıkmaktadır. Bu yasaklar ve baskılar rejimi, işçi sınıfı ve ezilen toplum kesimlerinin demokratik örgütlenmelerini engellemekte, buna karşılık Türk ırkçılığının ile Kürt milliyetçiliğinin birbirini karşılıklı beslemesinin ve yaygın şeriatçı örgütlenmelerin gelişmesinin önünü açmaktadır. Ordu ve CHP emperyalizmin empoze ettiği neo-liberal yıkım politikalarını açıkça desteklemektedir.
Ordu, CHP ve AKP, bugünkü siyasi krizden kendi iktidarlarını çıkarmak için çalışırlarken, Türkiye’nin sorunlarını daha da derinleştirecek, içinden çıkılmaz hale getirecek, halkı daha ağır bir sosyal ve ekonomik yıkım tablosuyla yüz yüze bırakacak politikalar izlemektedirler.
Ordunun 27 Nisan muhtırası; ordu-CHP ve AKP’nin işbirliği halinde Kürtlerin TBMM’de temsilini önlemek için başlattıkları askeri ve siyasi operasyon; AKP’nin Cumhurbaşkanlığı’nı elde etmek için yaptığı Anayasa değişiklikleri, ülkemizde zaten son derece sınırlı bir uygulama alanı olan siyasi demokrasiyi daha da tahrip etmektedir.
Türkiye’nin bugün içine yuvarlandığı siyasi krizin bu anti demokratik, emperyalizme ve büyük sermayeye endeksli yol ve yöntemlerle, halkın korku ve endişelerini giderecek bir tarzda aşılması olanaksızdır. Ülkemizin bugünkü anti demokratik koşullarında egemen sınıfların bu krizin aşılması için gösterdikleri tek yol, egemen güçlerin devlet iktidarının dağılımı konusunda kendi aralarında bir uzlaşmaya varmalarıdır. Ancak yalnızca ABD emperyalizminin belirleyiciliği altında ve ırkçılıkla neo-liberalizm temelinde sağlanabilecek olan böylesi bir uzlaşma, halkın yaşamakta olduğu gerçek sorunları çözmeyecek, aksine derinleştirecektir.
Halk, milyonların döküldüğü miting meydanlarında solu, karşı karşıya olduğunu düşündüğü tehlikeyi etkisiz hale getirecek bir iktidarı yaratmak üzere “birliğe” çağırmaktadır. Çağrının başlıca muhatabı olarak görünen CHP, bu çağrıyı, emperyalizmin ülkemizdeki otoritesine ve yürürlükteki neo-liberal politikalara halel getirmeyecek içerikte bir “seçim alternatifi” ile karşılamaktadır. Halk yığınları, CHP’nin bu tutumundan hoşnut değildir.
Ancak sol güçlere yönelik bir başka “birlik alternatifi”nin ortaya konulamaması nedeniyle halk çaresizlik içinde CHP’nin sunduğu bu çerçeveye sıkışmaktadır. Halkı “laikler-şeriatçılar”, “vatanseverler-bölücüler” olarak saflaştırmayı öngören politikalar da; “askerler-siviller”, “liberaller-otoriterler” olarak saflaştırmayı öngören politikalar da egemen sınıfların değişik politik iktidar projelerini ifade etmektedir. Sol ve ilerici toplumsal muhalefet, halkı egemen sınıfların belirli bir kesiminin kuyruğuna takmayı hedefleyen bu saflaştırma eksenlerini reddetmelidir. Sol, egemen sınıfların halkı bu eksenlerde saflaştırmaya çalışan iki cephesine de, liberal-şeriatçı cepheye de otoriter-milliyetçi cepheye de karşı çıkmalıdır.
Sol, halka yüz yüze kaldığı bugünkü krizin halkçı, eşitlikçi, bağımsızlıkçı, demokratik ve gericilik karşıtı bir çözümünü sunmak; halkın endişelerini bu çözüm yoluna yöneltmek için güçlü, ciddi ve inandırıcı birleşik bir sol politik-toplumsal platform, “halkın ortak ilerici cephesini” yaratma göreviyle karşı karşıyadır.
Bu cephe, egemen sınıfların sorunlarını değil, halkın sorunların çözmeyi temel alan; ordudan, bürokrasiden, uluslararası mali sermaye ve yerli uzantılarından tamamen bağımsız; halka dayanan bir cephe olmalıdır.
Bu cephe, piyasacı değil, eşitlikçi bir cephe olmalıdır. Halkın temel ihtiyaçlarını “kolektif toplumsal haklar” olarak ele almalı ve bu ihtiyaçların toplumun ortak ve planlı çabasıyla karşılanmasını savunmalıdır. Halkın eğitim ve sağlık gereksiniminin bir bütün olarak kamu kaynakları ve kamu gücüyle güvence altına alınmasını, herkes için eşit, ulaşılabilir, kaliteli ve ücretsiz olmasını; halkın barınma, ulaşım, haberleşme, temiz su ve enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında ise kamunun katkısını en yüksek noktaya taşımayı hedefleyen; herkese iş bulmayı ve her yurttaşa emekli olma imkanını sunmayı temel görev kabul eden demokratik bir sosyal devlet savunulmalıdır.
Bu cephe ülkemizin emperyalizmden ekonomik ve politik bakımdan tam bağımsızlığını savunmalı; emperyalistlere verilen ekonomik ve askeri taahhütlerin tamamının iptal edilmesi gerektiğini ilan etmelidir. Bu cephe, Büyük Ortadoğu Projesi’nden derhal ayrılmayı ve bu projeye karşı Ortadoğu ülkeleri arasında anti-emperyalist ve demokratik bir ittifakın kurulmasını; AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının askıya alınmasını; başta Dünya Ticaret Örgütü anlaşması olmak üzere uluslararası mali sermayenin hegemonyasındaki bütün küresel örgütlere verilmiş olan güvencelerin askıya alınmasını savunmalıdır.
Bu cephe, bütün barajların ve kısıtlamaların ortadan kaldırıldığı bir seçim sisteminin; Tam bir düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne dayanan bir siyasi hayatın; Doğrudan demokrasinin uygulama alanını sürekli genişletmeyi hedefleyen bir demokratik kültürün; Kürtlerin politik sürece özgürce katılımını özendirmeyi ve bu yolla toplumumuzun etnik bileşenleri arasında zayıflayan kardeşlik bağlarının yeniden yaratılması temelinde geliştirilecek halkçı bir demokrasinin tavizsiz savunucusu olmalıdır.
Bu cephenin temeli, ilerici emek ve halk örgütleri ile sol partiler ve ilerici aydınlara dayandırılmalıdır.
Bu cephe bir “seçim bloku” değil, ülkenin siyasi ve toplumsal yaşantısına bütünsel bir müdahaleyi hedefleyen bir “İlerici Halk Hareketi” olarak tasarlanmalıdır. Cephe, seçim sürecini, emperyalizme, şovenizme ve neo liberalizme karşı bağımsızlığı, kardeşliği ve insanca yaşama hakkını savunan halk hareketlerinin ön plana çıkarıldığı, geliştirildiği, yaygınlaştırıldığı bir politik-toplumsal muhalefet süreci olarak ele almalıdır. Bu bakımdan 1 Mayıs 2007’de olumlu bir örneği verilmiş olan birleşik mücadele kültürünü hareket noktamız olarak ele alabiliriz.
Bu cephe, yaşanmakta olan seçim sürecinde uygulanan ve Türkiye’nin temel sorunlarını kangrenleştiren faşizan girişimlere karşı açık bir tavır içinde olmalıdır. Özellikle Kürtlerin siyasi temsilini önlemek için AKP-CHP-DP-ordunun elbirliğiyle gündeme getirdiği tiksinti uyandıracak ölçüde ayrımcı ve ahlaksız seçim oyunlarını engellemek için açık bir çaba içinde olmalıdır. Yine seçim sürecinde Kürt adaylara yönelik olarak ortaya çıkabilecek dolaylı veya dolaysız devlet terörüne karşı önceden uyarıcı olmalı, bu tip bir gelişme karşısında tıpkı Hrant Dink cinayetine karşı tepkide olduğu gibi halkın geniş yığınları içinde empati duygusunu harekete geçirmeyi ön plana çıkararak, şovenizme karşı bir kitlesel savunma çizgisini açıkça benimsemelidir.
Bu cephe, bugünkü siyasi koşullarda, önümüzdeki seçimlere ancak sınırlı bir ölçekte müdahale edebileceğinin bilinciyle hareket etmelidir. Bir tarafta CHP-DSP ittifakına yönelik olarak beliren yaygın ve güçlü beklentisiyle, bu ittifaka karşı çıkarılacak bir sol alternatifi “solu bölmek” olarak algılamaya hazır bir sol kamuoyu; diğer tarafta ise sol partilerin çeşitli öznel koşullara bağlı olarak kararlaştırılmış, birbiriyle birleştirilemeyecek sandık tutumları bulunmaktadır. Sol kamuoyundaki “birlik yanılsaması”nın açık ve tam bir karşı çıkışla değil öz-deneyimle aşılmasını hedeflemek, bugün için daha uygun bir tutum olarak gözükmektedir. Bu olgunun yanısıra, sol partilerin ve grupların bir bütün olarak birleştirilemeyecek olan sandık tutumlarından kaynaklanacak güçlükler de göz önünde tutulduğunda, bu karmaşık tablonun içinden umut verici bir yönelimi, çok sınırlı bölgelerde gösterilebilecek, birleştirici isimlerde cisimleşen “sembolik adaylar” üzerinden aşabilmek olanaklıdır. Bu nedenlerle halkın ortak ilerici cephesinin seçim sandığına yönelik ortak politikası, “halkçı, eşitlikçi, bağımsızlıkçı, demokratik ve gericilik karşıtı” bir sol çözüm programını, ilerici toplumsal muhalefetin sınırlı sayıda simge ismiyle meclise taşımayı hedef alan bir çalışma olarak tasarlanmalıdır.
Halkevleri olarak biz, bütün ilerici emek ve halk örgütlerini, bütün sol partileri ve ilerici aydınları yukarda genel özelliklerine ilişkin kendi önerilerimizi sıraladığımız Halkın Ortak İlerici Cephe’sini yaratmak üzere harekete geçmeye, bir araya gelmeye çağırıyoruz.
Önerimizi, “egemen sınıfların gerici iki cephesine karşı, halkın ortak ilerici cephesi” biçiminde özetlenebilecek ana kurgusu dışında bütün yönleriyle tartışmaya açığız.
Bu “acil” bir çağrıdır, ancak zaman olarak önümüzdeki seçim süreciyle sınırlı da değildir. Çağrımıza yanıt alalım veya almayalım, 23 Temmuz günü Türkiye, yaşamakta olduğu siyasi krizden çıkmış olmayacak, yeni bir siyasi krize girmiş olacaktır. Bu kriz ortamına emekçi halk güçlerinin ve solun müdahalesi ülkemizin ve halkımızın geleceğini kurtarmak açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Topluma sol politikaların sunulacağı bir hareket merkezinin yaratılması acil ve sürekli bir ihtiyaçtır.