Eşitlik, özgürlük, aydınlık bir gelecek için yeniden eğitim hakkı mücadelesi - Nuri Günay*

Çar, 28/08/2013 - 18:06
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Haziran İsyanı’nın sıcaklığıyla hızla geçen yaz günleri artık yerini sonbahara bırakıyor. Memleketlerine tatile gidenler evlerine dönüyor. Şimdi hayatımızın rutin dertlerine geri dönme zamanı. Eylül deyince akla gelen en önemli “dert” kuşkusuz eğitim oluyor. Önceki yıllarda daha çok velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin derdi olan eğitim, 4+4+4 ilk gündeme geldiği andan itibaren sokakta, kahvede, her köşe başında konuşuldu, halkın temel gündemi haline geldi. Sermayenin ve AKP gericiliğinin en kapsamlı saldırısı olan bu yasa aynı zamanda eğitim hakkı mücadelesinin sıçramasına vesile oldu. Bu mücadele ve eğitim alanında yaşanan rezil tablo 10 yıllık AKP iktidarının meşruiyetini ciddi biçimde sarstı. Hatta haziran ayına kadar gelinen süreçte milyonları sokağa ısındıran nedenlerden biri olarak 4+4+4’ü ve yaygın eğitim hakkı eylemlerini sayabiliriz.

Şimdi 4+4+4 kesintili eğitim modelinin ikinci yılına yaklaşıyoruz. Birinci yıl için tek bir AKP’li bile olumlu bir cümle kuramaz. Aynı zamanda “Bu yıl kötüydü; ama önümüzdeki dönem her şey güzel olacak” da diyemez. Zorla, baskıyla, AKP faşizmiyle uygulamaya konan bu model çökmüştür. Bizlerin, eğitimcilerin, bilim insanlarının,  kısacası akıl ve vicdan sahibi herkesin söyledikleri, öngördükleri fazlasıyla yaşanmıştır.

4+4+4’lü eğitim yılımızda ortaya çıkan rezaleti ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışalım.

657 bin öğrencinin geleceğinin katili AKP’dir

4+4+4’ün iki ana hedefi meslek liselerini ve imam hatipleri artırma çabasında simgeleşiyor. Meslek liseleri sermaye için bugün, ucuza çalışacak stajyer öğrenci; gelecekte ise milyonlarca insandan oluşan ucuz işgücü ordusu anlamına geliyor. İmam hatip ise toplumu yurttaşlık esasıyla değil, cemaat esasıyla yönetme arzusunun bir ürünü. Bunun yanında bütün eğitim sistemi imam hatip modeliyle yeniden şekilllendirilmeye çalışılıyor. Meslek liselerini ve imam hatipleri palazlandırma politikası ise sadece teşvikle, reklamla değil; zor kullanarak yapılıyor. Bakan Nabi Avcı “Halktan ciddi bir imam hatip talebi var” diyor. Bakana sormak lazım, 1 milyon 270 bin öğrenci imam hatibe girmek için mi SBS’ye girdi? Biz bu öğrencilerin Anadolu ya da fen liselerine girmek için sınava girdiğini sanıyorduk!

Bakan durumun farkında da yanlış bilgi veriyor. Bunca teşviğe, reklama, cilalamaya rağmen imam hatiplere rağbet beklediklerinin çok altında. AKP ısrarlı biçimde imam hatip okullarını artırmaya çalışıyor; ancak istediği talep artışını sağlayamıyor. Geçen yıl 1141 imam hatip okulundan 42’si talep olmadığı için kapandı. 72’sinin hiç öğrencisi olmadı, 461’inde ise öğrenci sayısı 60’ı geçmedi.

Düz liselerin kapatılmasıyla birlikte SBS sonuçlarına göre herhangi bir okula yerleşemeyen 657 bin öğrenci imam hatibe, meslek lisesine ya da özel okula gitmeye mecbur bırakılmak isteniyor. Ortadaki rakamın büyüklüğü ve olası tepkiler bakanlığı da korkutmuş olacak ki ek kontenjanlarla yerleştirme, meslek liselerine düz lise sınıfı açma, (Meslek liseleri içine açılmak istenen bu sınıflar adeta cezalandırma sınıflarıdır. En başarısız öğrenciler bu sınıflara konulmaktadır) çok programlı liselere yerleştirme gibi sayıyı eritme yöntemlerinden bahsediyorlar. Ancak bu nafile çabalarla yarım milyonu aşkın gencin geleceğinin çalındığı gerçeğinin üstü örtülemez.

Diğer yandan AKP’nin özel okul sevdası malum… 4+4+4 sonrasında özel okul kayıtları yüzde 15 arttı. Düz liselerin kapatılmasıyla aynı zamanda özel okullara olan rağbetin artırılması hedefleniyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012-2013 istatistiklerine göre örgün özel öğretim kurumlarına giden öğrenci sayısı geçtiğimiz eğitim öğretim yılında 535 bin iken, 4+4+4 sonrasında 613 bine çıkmıştır.

Aynı şekilde özel meslek liselerine kamu kaynaklarından aktarılan öğrenci başına 4 bin 500 TL’lik teşvik geçen yıl 45 olan sayıyı 126’ya çıkartmıştır.

Açıkta kalan öğrencilerin ne olacağı sorusuna bir “çözüm” önerisi de iktidarla dersane kavgasında olan cemaatten geldi. Cemaat yazarları açıkta kalanların devlet bursuyla özel okullara yerleştirilebileceğini söylüyor. Ancak rezaletin üstünü örtmeye dönük bu tür öneriler gerçekçi görünmüyor. Nabi Avcı’nın utanmadan sıkılmadan “Açık lise mevsimlik çalışan çocuklara imkan sağlıyor” dediği açık lise seçeneğini ciddiye bile almamak gerekiyor. Çünkü açık lise çocuk-genç emeğini sermayeye peşkeş çekmek için kullanılan, basit yollardan diploma verme sistemidir; okul olarak değerlendirilemez.

Yapılması gereken bellidir. SBS ve benzeri sınavlar kaldırılmalıdır. Parasız, sınavsız akademik liseler açılmalıdır, bu tür liselerde okumak haktır. Hiç kimse meslek ya da imam hatip liselerine mecbur bırakılamaz.

Başbakan şimdi konuşsun, biz ‘Çocuğum gerizekalı’ mı diyormuşuz?

Bütün bilim insanları, eğitimciler 72 ay öncesi çocukların okula gönderilmesinin eğitim ve insanlık açısından kabul edilemez olduğunu söylediler. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer “Buna karşı çıkanlar laik çevrelerle PKK’lılar” demiş; Başbakan Erdoğan da 72 aydan küçük çocucuğunu okula göndermek istemeyen velilere “Çocuğum gerizekalı diyorlar” şeklinde ithamlarda bulunmuştu.  Çocukları erkenden ya imam hatibe ya atölyelere ya da çocuk yaşta evliliğe mahkum etmek isteyenler bu mecburiyeti bizlere dayattılar. 500 bine yakın 72 ay öncesi çocuk anasınıfına gitmesi gerekirken zorla 1. sınıfa kaydedildi. Daha ilk günlerden itibaren Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin hazırladığı okul durum raporlarında 72 ay öncesi çocukların annesinden ayrılamama, kalem tutamama, altına kaçırma, odaklanamama, okul fobisi gibi sorunlarla karşılaştığı görüldü. Bu bilinmeyen, öngörülmeyen bir durum değildi. AKP’li yöneticiler dışındaki herkes bu durumu öngörmekteydi. Ancak yüz binlerce çocuğun geleceğiyle oynama pahasına gösterilen bu ısrar fiyaskoyla sonuçlandı. Öğretim yılı sonunda İl Milli Eğitim Müdürlükleri’nin hazırladığı rapor, tüm bu sorunları açık seçik ortaya koydu. Olay Japonya’da olsa intihar eden bakanla karşılaşabilirdik; fakat burası Türkiye. Şimdi bir yanlış başka yanlışlarla telafi edilmeye çalışılıyor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü diyor ki “Her yıl okuma yazma öğrenemeyen, okula alışamayan çocuklar oluyordu zaten. Bunlar telefi ediliyor, bu yıl da telafi edilecek.” Neyin nasıl yapılacağına dair en küçük bir somut adım yok, özür dilemek yok, yanlışı kabul etmek yok. Yapmayı düşündükleri şey velilerin dilekçe vererek çocuklarının kaydını yaptırmamasını kolaylaştırmak. Israr aynen devam ediyor. Şimdi yarım milyon öğrencimizde ağır tahribatlar yaratan bir modeli ısrarla savunanlardan hesap sormayacak mıyız? Özür diletmeyecek miyiz? Başbakan’ından Milli Eğitim Bakanlarına bu rezaletin sorumluları hesap vermelidir. 72 ay öncesi çocuklarımızın yeri anasınıfıdır. Anaokulu parasız, kamusal, nitelikli biçimde devlet tarafından sağlanması gereken bir haktır.

Onbinlerce öğrenci ve öğretmen sürgün edilemeye devam ediyor

Kesintili eğitim modeliyle ilkokul-ortaokul diye bölünen okullar yüzünden öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin sürgün edilmesi sürüyor. 1. ve 4. sınıfın sonunda “adrese dayalı kayıt” sistemiyle, otomatik olarak yapılan kayıtlarla 4. sınıfı bitiren öğrencilerin büyük bir bölümü eğtimlerine okullarında devam edemiyor, başka okullara sürgün ediliyorlar. Ancak ne hikmetse adrese dayalı otomatik kayıt sistemi imam hatipler ve özel okullar söz konusu olduğunda uygulanmıyor. Eğer imam hatibe ya da özel okula gidecekseniz bütün kapılar ardına kadar açık. Hatta bazen size bile sorulmadan kendinizi imam hatipte bulabilirsiniz. Örneğin Konya’da geçen yıl normal ortaokul olan 20 civarı okul imam hatibe çevrildi, öğrencilerin kayıtları otomatik olarak imam hatibe alındı. Konya İl Milli Eğitim Müdürü’nün söylediğine göre velilere ve öğrencilerin ise bu durumdan yeni haberi oldu. Bu rezalet artık eğitim sisteminin sıradan hali. Bu keyfiyete, sürgün edilmeye dur demeyecek miyiz? Temel eğitim kesintili olamaz, kesintisiz eğitim şarttır.

FATİH’te soygun ortaya çıktı, hesap verin!

“Bütün bu imkanlar annenizin ak sütü gibi helaldir. Adı güzel kendi güzel bir proje… Fatih Projesi’nin tüm eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyorum” diyerek projeyi yere göğe koyamıyordu Başbakan. Aynı konuşmada dindar gençlik projesinden bahsediyor, “Tinerci mi olsunlar?” diyordu. Şubat 2012’nin üzerinden 2 yıla yakın bir zaman geçti. Şimdilerde anlıyoruz ki Başbakan meğerse halkın alın terini sermayeye ve yandaşlara analarının ak sütü gibi helal ediyormuş. FATİH’i (Fırsatları Arttırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) bu günlerde Başbakan başta olmak üzere herhangi bir AKP’liden duyan var mı? Yok, çünkü büyük soygun hareketi duvara tosladı. “22 bine yakın okulun internet altyapısı değişecek” dediler, sadece 154’ününki değişti. 22 bin okulda akıllı tahta uygulamasına geçilmesi hedeflendi, sadece 3500 civarı okulda bu gerçekleştirildi. 295 bin akıllı sınıf yapılması hedefleniyordu 84 bin tane anca yapıldı. Bakanlık’ın tek tutturduğu hedef 110 uzaktan eğitim merkezi kurulumunun tamamlanması. “O niye tamamlandı?” derseniz cevabı basit: En basit ve masrafsız iş oydu çünkü.

Bizler en baştan beri hem eğitimin niteliğine verdiği zarardan, hem de teknoloji şirketlerinin kasalarının halkımızın ödediği vergilerle doldurulma amacından kaynaklı projeye karşı çıktık. Ancak durum bunu da aştı. Çalınan minareye yasal güvencelerle dikilmiş bir kılıf bulunamadı. FATİH’te hamuduyla götürdüler. Baksanıza bakanlığın hukuk müşavirliğinde 21 avukat varken, bunlar yetmemiş proje kapsamında tutulan dört avukata 955 bin TL ödeme yapılmış. Sadece 2013’ün ilk altı ayında proje tanıtımı için 33 milyon TL fuar gibi organizasyonlara harcanmış. Yine kurum dışından görevlendirilen pek çok  kişiye yüksek maaşlar verilmiş. Bunlar ortaya çıkanlar, ortaya çıkmayan kim bilir neler var? Tahmin etmek zor değil. Bakan Nabi Avcı talimat vermiş, bütün bunlar soruşturulacakmış. Şimdi bu büyük soygunu gerçekleştirenlerin yakasına yapışmayacak mıyız? Başbakan başta olmak üzere bu talanın sorumlusu kim varsa hesabını vermelidir.

4+4+4’ün neresinden tutsanız elinizde kalır

Sadece bunlar da değil. 300 bin öğretmenimiz ataması yapılmadığı için mesleklerini yapamıyorlar. Öğretmenlerimizin özlük hakları her geçen gün bir bir ellerinden alınıyor. 60 bin ücretli öğretmen kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Bu zor koşullar öğretmenlerin istifa etmesine neden oluyor. Bazı derslerde senede 5-6 öğretmen değişiyor, böyle olunca eğitimin devamlılığından bahsetmek mümkün olmuyor. Özellikle büyük şehirlerdeki okullarda mevcutları 70’i bulan sınıflar var. Teknik imkanları, altyapıları zaten kötü olan okullar altyapısı hazırlanmamış dönüşüm yüzünden çok daha kötü durumda. Bodrum katlarının, öğretmen odalarının, kantinlerin sınıfa çevrilmesiyle bu sorunların halledilemediği ortada. “Kılık kıyafet özgürlüğü” diyerek pazarlamaya çalıştıkları türbanı yaygınlaştırma genelgesi, yamuk yumuk vaziyette ortalıkta duruyor, bakan da dahil kimse neyin nasıl olacağını kestiremiyor. Eğitimdeki gerici, ayrımcı, cinsiyetçi adımlar AKP tarafından ısrarla sürdürülüyor. Zorunlu seçmeli din dersi zulmü sürdürülüyor, bu zulme bir de önümüzdeki dönem yeni SBS modelinde ve merkezi sınavlarda din dersi sorularının yer alması ekleniyor. Tüm bunlarla birlikte piyasalaştırma uğruna eğitime pay ayrılmıyor, artık devlet okulları ticarethane gibi işliyor. Veliler bu yıl yine zorlanarak binlerce lira harcamak zorunda kalacaklar.

Kısacası 4+4+4 eğitim modeli en küçük noktasına kadar çökmüş durumda ve artık AKP’liler tarafından da savunulamıyor. Büyük arızalar çeşitli revizyonlarla giderilmeye çalışılıyor, sorunlar hasıraltı ediliyor.

Eğitim hakkı mücadelesi özgür, eşit bir yaşam mücadelesidir

Bu sistem derhal iptal edilmelidir. Çünkü koca bir nesil şu anda bu rezalet sistemin çarkları arasında. Elbette kimse AKP’den bu yasayı kendi kendine geri çekmesini beklemesin. Bunu ancak eğitim hakkına, ülkemizin geleceğine sahip çıkanlar yapabilir.

Yukarıda da bahsedildiği gibi eğitim hakkı mücadelesi geçtiğimiz yıl önemli basamaklar atladı. Çokça söylediğimiz bazı şeyleri tekrar etmekte fayda var.

Birincisi 4+4+4’ü durdurmak demek Dünya Bankası, IMF gibi kurumlarca planlanan ve uzun yıllardır devam eden neoliberal dönüşümün en kapsamlı saldırısına “dur” demektir. AKP yöneticisi ya da sermayedar olmayan herkes bu mücadelenin tarafıdır. Ülkemizde 25 milyon kadar öğrenci var. Yani ya öğrencisiniz ya öğretmen ya veli ya da yakınlarınızdan biri mutlaka öğrenci.

İkincisi bu saldırının çok önemli bir başka hedefi neoliberalizme uyumlu, her türlü sömürüye rıza gösterecek bir cemaat toplumu yaratmadır. İmam hatipleri palazlandırma çabası da bütün bir eğitim müfredatını gericileştirme çabası da kılık kıyafet düzenlemesi de bu amacın ürünüdür. Yani eğitim hakkı mücadelesi gericiliğe karşı mücadeledir.

Üçüncüsü AKP’nin baskı ve zora dayanan yönetme biçiminin en açık yaşandığı alan eğitimdir. 4+4+4 yasasının tartışılmaya ve uygulanmaya başlandığı ilk günden itibaren AKP faşizmi öğretmenin, öğrencinin tepesindedir. Eğitim hakkı mücadelesi AKP faşizmine karşı mücadeledir.

Dördüncüsü son dönemde AKP iktidarının Gezi sürecine kadar yaşadığı en önemli meşruiyet krizi 4+4+4’ten ve ona karşı gerçekleştirilen yaygın kitlesel eylemlerden kaynaklandı. Yani eğitim hakkı mücadelesi AKP’yi durdurmanın en önemli mevzilerinden biridir.

Parasız, bilimsel, anadilde eğitim talebini savunanların mücadelesi paçavraya dönen bu sisteme son verecektir. Talep açıktır: 4+4+4 tümüyle derhal kaldırılmalıdır. 72 ay öncesi çocuklarımızın yaşadığı mağduriyet eğitimciler ve bilim insanlarının hazırlayacağı çalışmalar ışığında giderilmelidir. Başbakan, önceki Bakan Ömer Dinçer, 4+4+4’ün mimarlarından şimdiki Bakan Nabi Avcı hesap vermelidir. Parasız sınavsız liseler derhal açılmalı, kesintili eğitime son verilmeli, SBS ve benzeri sınavlar kaldırılmalıdır. Okul dönüşümlerine, öğrencilerin ve öğretmenlerin sürgünlerine son verilmelidir. FATİH gibi projelerdeki yolsuzluklar, usulsüzlükler ortaya çıkartılmalı; sorumluları cezalandırılmalıdır.

Eğitim hakkı mücadelesi geçen yıl büyüdü ve yaygınlaştı. Velilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin birlikte mücadele ettiği örgütlenmeleri oluşturmak ve büyütmek; okullarda yaşanan hak gasplarının, sorunların sürekli takipçisi olmak oldukça önemli.

Bunun yanında toplumsal duyarlılığın oldukça yüksek olduğu, toplumun büyük bir kesiminin her türlü soruna müdahale etmeye hazır olduğu bir dönemdeyiz. Gezi sürecinin hediyesi, her türlü memleket meselesinin konuşulduğu forumlarda eğitim hakkı mücadelesinin konuşulması, tartışılması da önemli bir avantaj.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Eğitim alanı iktidarın eylül korkusunun nedenlerinden biri. Ancak geçen yıl da görüldü ki iktidarın yılın her günü korkması için çok nedeni var. Önümüzdeki günler parasız, bilimsel, anadilde eğitim, aydınlık güzel bir gelecek mücadelesinin günleri olacak.

Hepimize kolay gelsin!

 

*Halkevleri Genel Sekreteri