Ülkemiz derin bir ekonomik kriz ve ağır bir siyasal baskı rejimi altında yerel yönetim seçimlerine gidiyor. Yaşanan ekonomik kriz ve siyasal baskı halkın yaşam koşullarını giderek zorlaştırıyor. Halk sınıflarına dair siyaset yapan herkesin bu dönemdeki güncel siyasal görevi, faşizme ve ekonomik krizin halk sınıfları üzerinde yıkıcı etkilerine karşı siyaset üretmek ve mücadele etmektir. Yerel yönetim seçimleri de bu güncel siyasi göreve bağlı olarak düşünülmeli, buna bağlı olarak tartışılmalıdır.
Ekonomik krizin temelinde kapitalizm, özel olarak da 40 yıla yakındır tüm dünyada uygulanmakta olan neoliberal program yatmaktadır. Neoliberal kapitalizmin sürdürülebilmesi, yani dünya halklarının bu vahşi kapitalizme karşı isyanının bastırılabilmesi ise gelinen noktada dünyanın birçok ülkesinde otoriter, faşist iktidarların tesisi ile mümkün kılınabilmektedir.
Türkiye'de yaşanan da budur. 30 yıldır uygulanan neoliberal kapitalizm, yani yağma ekonomisi halka ait tüm birikimlerin, doğal varlıkların yağmalanmasına, üretim altyapısının tahrip edilmesine, kamusal hizmetlerin sermayeye peşkeş çekilmesine neden olmuş, gelinen noktada halk yararına işleyen hiçbir kurum, kuruluş ve kural kalmamış, dolayısıyla tam da bu birikim rejiminin yarattığı kriz karşısında halk tamamen korunmasız bırakılmıştır. Halkın haklarını koruyacak, savunacak tüm yollar ve araçlar “başkanlık rejimi”yle baskı altına alınmıştır. Halkın kendi çıkarlarını savunmasına ve gerçekleştirmesine izin vermeyecek bir baskı rejimi işletilmektedir.
Tek kişinin, tek merkezden, yasamayı, yürütmeyi, yargıyı ve diğer tüm kurumları emirle yönettiği sistem, yerel yönetimleri de hem görevden almalar, kayyum atamalar hem de mali baskılar yoluyla kendi politikalarına uyumlu olmaya zorlamaktadır. Neoliberal, yağmacı, baskıcı bir iktidarın hukuksuz sisteminde halk yararına bir yerel yönetim hayata geçirmek isteyen her partinin ve kişinin, yağmaya ve baskıya karşı direnebilecek ve uygulanabilir, sürekliliği sağlanabilir bir programa sahip olması gerekmektedir. Bunu ortaya koyamayan hiçbir çabanın inandırıcı olması da, başarılı olması da mümkün değildir.
Biz bu programı kapsamı açısından halk yararına, işleyişi açısından demokratik yerel yönetim olarak adlandırıyoruz.
Halk yararına, halkçı bir yerel yönetim, sermayenin çıkarlarına göre düzenlenmiş bir belediyeciliğin reddi; demokratik yerel yönetim ise çeşitli sermaye gruplarının, egemenlerin belirlediği değil halkın doğrudan yönettiği, halkın örgütlülüğüne dayanan bir yerel yönetimdir. İktidarın haksız, hukuksuz müdahalelerine karşı halkla birlikte halk iradesini savunabilen bir anlayıştır. Kriz karşısında çeşitli sermayedarların veya sermaye gruplarının servet ve karlarını koruyacak ve arttıracak değil, halkın krizin yıkıcı sonuçlarına karşı korunmasını hedefleyen bir yerel yönetim programıdır. Kısacası mevcut çürümüş kapitalist yağmacılık zihniyetini ve halkın siyasal süreçlere katılımını, özneleşmesini ve halk iradesini engelleyen her tür baskıyı/işleyişi reddeden bir programdır.
Kriz, en başta krizde hiçbir sorumluluğu bulunmayan işçileri, kadınları, gençleri ve küçük esnafı vurmaktadır. Siyasal iktidar ise krizin baş sorumlusu olan, yağma ekonomisi aracılığıyla büyük karlar ve vurgunlar elde eden bankaların ve sermayenin krizden zarar görmemesini sağlamak için elektrik, doğalgaz, su zamlarında olduğu gibi çok sayıda yöntemle krizin faturasını halka ödetecek politikalar gütmektedir. Siyasal iktidar, yerel yönetimlerde de bugüne kadar yaptığı gibi sermaye lehine politikalar izlemeye devam edeceğini ortaya koymaktadır. Oysa yapılması gereken halkın krizden korunmasını sağlayacak halkçı politikaların uygulanmasıdır.
Yerel yönetimler sınırlı da olsa halkçı modellerin hayata geçirildiği bir alan olabilir. Daha önce gerek Kürt siyaseti, gerek CHP, gerekse de sosyalistler kazandıkları belediyelerde ne yazık ki neoliberalizmi reddeden alternatif politikalar üretememiş, neoliberal politikaları veya versiyonlarını uygulamayı tercih ederek toplumubu anlamda “sağ” siyasete mahkum etmişlerdir. Tüm zorluklarına rağmen neoliberalizme karşı halkçı, dayanışmacı politikalar uygulansaydı; ilerici, halkçı, dayanışmacı fikirlerin topluma yayılmasına hizmet edilmiş olur ve sağ siyaset ülkeye bu kadar egemen olamazdı.
Erdoğan’ın yönetme modeli krizdedir.
Evet kriz fırsata çevrilmelidir!
Programı ve ideolojisi ABD’de üretilen ve tüm halklara dayatılan piyasacı, rantiyeye ve her kesimden sermayedara sınırsız olanaklar sağlamayı hedefleyen neoliberal program krizdedir. Bu programın yerel yönetim modeli de krizdedir, iflas etmiştir. Bu kriz fırsata çevrilmeli ve rantiyeye, yağmaya, taşeron firmalar cennetine, piyasalaştırmaya son veren halkçı bir alternatif ortaya konmalıdır.
Erdoğan’ın belediye başkanlığından bugüne kadar hep kendisinin neoliberalizmle yönettiği İstanbul, yaşanmaz hale gelmiştir ve bir örnektir. Sosyal donatı alanları, parklar, yeşil alanlar, ormanlar yok edilmiştir. Ulaşım felç durumdadır. Banka ve inşaat sermayesini palazlandıran konut politikası iflas etmiştir. Dinlenme, eğlence alanları-imkanları kullanılamaz hale gelmiştir. Millet parkı, bedava kek veren millet kıraathanesi gibi karikatür projeler ve dinselleştirme illüzyonları ile sorunun boyutları gizlenemez hale gelmiştir. Yok edilenlerin yerine Erdoğan’ın deyimiyle “cami merkezli bir yaşam” ikame edilmeye çalışılmaktadır. Başta büyükşehirler olmak üzere bütün kentler benzer haldedir. Eş-dost zengin ederek yandaş sermaye yaratma ideolojisi ile büyük kentlerin yönetilme yöntemi sınırlarına dayanmıştır. Neoliberalizme eklenen, gerici, erkek egemenliğine yaslanan siyasetle birlikte kadınların zaten geri olan hakları daha fazla kayba uğramış, yaşadıkları yoksulluk, şiddet daha da artmıştır. Kadınlar, seçim öncesi sadece bir oy toplama aracı olarak görülmekte ve seçim sonrası ise vitrin süsü gibi kullanılmakta, yönetim mekanizmalarından açıkça dışlanmaktadır. Kadınların eşitsizlikten kaynaklanan sorunları katlanarak büyümüş, bunu giderecek mekanizmalardan önce kadınlar dışlanarak işlemez hale getirilmiş, ardından bu mekanizmalar tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Çözüm halkçı-demokratik yerel yönetimde.
Çözüm halk için, halk yararına programlar uygulayan, her konudaki kararın halk tarafından alındığı meclislere dayanan, kararların doğru biçimde hayata geçirilmesini sağlayabilen, engellemelere karşı direnebilen, varlığını ve politikalarını savunabilen bir yerel yönetim modelidir. Halkın hakları, insanca yaşam talepleri bir takım varsıl siyasetçilerin vaatlerine ve insafına bırakılarak hayata geçmeyeceği artık açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Halkın haklarını ve çıkarlarını ancak halkın kendisi savunur; sermayedarlar, inşaat ve rant zenginleri sadece sermayenin ve rantiyenin çıkarlarını savunur.
Halkın sokak temsilcileri, mahalle meclisleri ile yerel yönetimlerde söz, yetki, karar sahibi olacağı modeller ile halk yararına kararlar alınabilir ve iktidarın mali kıskaca alma politikaları boşa çıkartılabilir. Halkçı politikaların yanında halkın yerel yönetimlerde söz ve karar sahibi olabileceği demokratik kanallarının oluşturulması siyasal baskılara karşı direnebilme imkanı da oluşur. Kadınların yerel yönetimlerin söz ve karar mekanizmalarında etkin yer alması hem cinsiyet eşitlikçi, özgürlükçü hem halkçı içerik hem de demokratik işleyişi açısından bir zorunluluktur. Elbette ki baskı ve yağma rejimine karşı direniş her alanda yürütülmelidir (sadece yerellere yüklenemez) ancak yerel yönetimler de bu mücadelenin bir alanıdır.
Üretim-tüketim kooperatifleri, konut kooperatifleri, belediye yetkisindeki temel ihtiyaçların ve hizmetlerin ticaret dışı tutulması, yaygın siyasal-sosyal-kültürel halk eğitimleri, doğayla uyumlu yaşanabilir kentleşme gibi halk yararına politikalarla kentler, sermayenin yıkımından ve yağmasından kurtarılıp halk için yaşanabilir yerler haline getirilebilir. Kentlerin tarımla bağları yeniden kurularak daha –tahribatın devasa boyutlarına rağmen- sağlıklı kentler yaratılabilir.
Bu mümkündür. Halkevleri olarak, müdahale imkanımızın olduğu her yerde bu anlayışı yaygınlaştıracak, hayata geçirecek bir seçim taktiği izleyeceğiz. Halkçı demokratik bir yerel yönetim programını bulunduğumuz her yerde tartıştırıp, bu fikrin egemen olmasına çalışacağız. Sol politik yaklaşım içermeyen, sosyalist bir içeriği olmayan manevraların artık ne inandırıcılığı ne de başarı sansı vardır. Bütün sol siyasal kesimleri halkçı ve demokratik bir program etrafında ortaklaşmaya çağırıyoruz.