Varoluşundan bu yana doğa ile karşılıklı ilişki içinde bulunan ve doğa ile iç içe bir yaşam süren insanın, doğada üstünlük kurmaya yönelmesi ve süreç içinde doğaya üstünlük kurmaya yönelik üretim biçimlerinin ortaya çıkması ve benimsemesi ile birlikte, insan ve doğal çevre arasındaki kurulu denge bozulmuştur. Bu süreç içinde ekosistemin parçası olan öğelerin niteliğinin kötüleşmesi ve bozulması çevre sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Ekolojik yıkımın daha görünür olmaya başladığı 20. yüzyılda, doğa insan ilişkisinin ve insanın doğal varlıkları edinim süreçlerinin politik ekolojinin doğuşuna zemin hazırladığı söylenebilir.
Kapitalist sistemde doğanın mülk olarak görülmesi yönündeki çabalar ve “düşünceler” ağırlık kazanmaya başlamış ve doğal varlıkların kâr elde edebilmek için sömürülmesi, aynı zamanda insanın bir parçası olduğu doğadan yabancılaşması ile sonuçlanmıştır.
Bugün doğanın metalaştırılmasına ve yok edilmesine karşı mücadele, bu yabancılaşmayı da hedefine koymak durumundadır. Çevre hakkı kavramı, doğanın sömürülmesinin insanın sömürülmesi olduğu bilinciyle sömürüye karşı mücadeleyi bütünlüklü olarak önüne koymak durumundadır. Bu nedenle insanların sağlıklı, bir çevrede yaşam hakkı ile ekosistemin sürdürülebilirliğini ve doğanın var olma hakkını birlikte savunan bir mücadele süreci örülmelidir. Doğa ile birlikte yaşama hakkı olarak “ekolojik haklar” mücadelesi öne çıkmaktadır. Bu nedenle, ekolojik hak kavramı, insanın maddi varlığını sürdürmesinin yanında, doğanın sürdürülebilirliğinin sağlanabildiği kullanım değeri üzerinden tanımlanmalıdır.
Doğanın ve insan emeğinin metalaştırılması, kapitalist sistemde metalara bir değer atfetme ve buradan zenginliğin değerini ölçme kavramından bağımsız olarak ele alınamaz. Doğa “ekonomik değer”in temel kaynağı olarak görülmeye devam edildiği sürece, sömürünün ve insanın doğadan ve kendinden yabancılaşmasının bir aracı olmaya devam edecektir. İnsanın bedeni olan doğa, insan için yaşamsal bir öneme sahip olmanın ötesinde karşılıklı olarak sorumluluğu gerektiren bir öneme sahiptir. Doğanın değeri kullanım değerinde içkindir, değişim değerinde içkin olan ise emeğin sömürüsüdür. Bu nedenle doğanın metalaştırılma yoluyla sömürüsü, emeğin sömürüsünden bağımsız olarak ele alınamaz. Ekolojik yıkımın nedeni, kapitalist üretim biçiminin doğayı metalaştırarak kullanım değerlerini kârı ölçmenin aracı haline getiren değişim değerlerine dönüştürmesidir.
Kapitalizm, insanlığın doğayı etkileme ve dönüştürme ayrıcalığını sonsuz yok etme ve yıkım sürecine dönüştürmektedir. İnsanın salt emek gücüne indirgenmesi ve emek gücünün üzerindeki sermaye tahakkümü ile doğanın tahakküm altına alınması ve sömürüsü birlikte derinleşmektedir.
Dünyayı kendilerine sınırsız bir pazar haline getirmek, sermaye için kârlılık kaynağına dönüştürülecek her türlü varlığa el koymak isteyen emperyalist güçler; başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın değişik coğrafyalarında, insanı ve geleceğimizi yok etme çabalarına savaşlarla, işgallerle, kitlesel katliamlarla devam etmektedir.
Kapitalist sistemde içkin olan sömürü süreci, tarihin gördüğü en saldırgan ve yayılmacı kapitalist egemenlik dönemi olan neoliberal dönemde doğa için de daha tahrip edici ve yıkıcı bir biçime bürünmüştür. Temel amaç kâr maksimizasyonu olduğu için doğanın ne şekilde tahrip edildiği de önemini yitirmektedir. Neoliberal dönemde yasal süreçler de, sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırma hedefiyle düzenlenmektedir. Kamu yararı ilkesi ortadan kaldırılmakta, hem emekçiler hem de doğa için tüm koruma düzenekleri yok edilmekte, doğa da emekçilerin yaşamı da sermayenin insafına bırakılmaktadır.
IMF ve Dünya Bankası politikaları, Hizmet Ticareti-Genel Anlaşması (GATS) gibi uluslararası anlaşmalar, Avrupa Birliği uyum süreci ile neoliberal programların kök saldığı ülkemizde; neoliberal dönüşüm sürecinin ana öznesi olan AKP iktidarı eliyle doğanın metalaştırılması/daha fazla kar uğruna yok edilmesi önündeki tüm engeller bir bir kaldırılmaktadır. Ülkemizde yargı kararlarının mevcut Anayasa’ya dahi aykırı bir biçimde uygulanmadığı görülmektedir.
Bugüne kadar Maden Kanunu, Mera Kanunu, Kıyı Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kanunu’nda yapılan değişikliklerle hızlandırılan metalaştırma süreci, kıyılarımızın turizm yatırımlarıyla, tarım arazilerinin sanayi tesisleriyle ve meralarımızın madencilik faaliyetleriyle yok edilmesi ile sonuçlanıyor. Bu sürecinin tamamlayıcısı niteliğinde olan; bütün doğal sit alanları ve koruma kararlarını iptal edecek, her türlü yatırımın bu alanlarda doğayı yok etmek pahasına gerçekleştirilmesine izin verecek, biyolojik türlerin metalaştırılmasını sağlayacak olan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa tasarısı” önümüzdeki önemli tehdittir.
AKP iktidarı orman kanununda yaptığı değişiklikler ile ormanlarımızı kaynak ya da yatırım alanı olarak sermaye faaliyetlerine sunmakta, orman köylüsünün giderek yoksullaşması ve kentlere göç etmesine neden olmaktadır. Ormanın aynı zamanda bir ekosistem olduğu ve içerisinde pek çok canlı yaşamı barındırdığı göz ardı edilmekte, bazı türler orman ağacı olmaktan çıkarılmakta, orman vasfını kaybetmiş olarak tanımlanan 2B arazilerinin sermayeye satılması planlanmaktadır. Ayrıca yapılan değişikliklerle orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen ve farklı amaçlarla kullanılmasının daha faydalı olacağına karar verilen alanların, su toprak rejimine zarar vermesi ve orman bütünlüğünü bozmasına rağmen orman rejimi dışına çıkarılması yetkisi siyasi iktidara devredilerek yirmi bir milyon hektar orman alanı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Bununla beraber AB direktifleri doğrultusunda çevresel hizmetlerin özelleştirilmesi süreci de hızla sürmekte; yerel yönetimlerde içme ve kullanma suyuna erişim, kanalizasyon, arıtma tesisi, katı atık tesisleri gibi çevresel alt yapı hizmetleri yeni birikim alanları açmak üzere sermayeye devredilmektedir. Bunu takip edecek olan bir diğer tehlike de kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi kapsamında çevre denetim erkinin de özel firmalara devredilmesini hedefleyen “Çevre Denetimi Yönetmeliği”dir. Özelleştirme sonucunda günümüzde yetersiz de olsa işleyen denetim mekanizmasının ortadan kalkmasıyla, sanayi kaynaklı tehlikeli ve toksik atıklar tüm canlı yaşamı için ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Sanayi tesislerinden kaynaklı atıkların denetimsiz ve kontrolsüz bırakılmasının sonuçları Tuzla’da toprağa gömülen tehlikeli atıklar, Dilovası’nda kirli hava soluyarak yaşamaya mahkum edilen halkın sağlık sorunları, İstanbul’da kirletilen/yok edilen su havzaları olarak kendini göstermekte; hem doğanın hem de halkın yaşam hakkını hiçe sayan bu uygulamalar karşısında ekosistemin sürdürülebilirliğini temel alan bir mücadelenin gerekliliğini açığa çıkarmaktadır.
Doğanın metalaştırılması/yokedilmesi süreci bütünlüklü bir şekilde farklı alanlarda hızla ilerlerken, bugün enerji alanında öne çıkan termik, nükleer ve hidroelektrik santral projeleri doğanın yıkıma uğratılması sürecinde öne çıkmaktadır. Önümüzdeki süreçte ise buna ilaveten toprağı ve yaşamı zehirleyen madencilik faaliyetleri ve biyolojik türlerin ticarileşmesi ile doğal yaşam ortamlarının yok edilmesi hızlanacaktır.
Afşin Elbistan, Muğla Yatağan, Çanakkale Biga, Samsun’da ve diğer yerlerde faaliyetini sürdüren termik santrallerin yarattığı doğa yıkımı ve halk sağlığı sorunlarına ortaya konularak, bu santrallerin kapatılması için mücadele edilmeli; yapılması planlanan Sinop Gerze, Bartın, Karadeniz Ereğli ve diğer illerdeki tüm termik santral projeleri ile Sinop ve Mersin’deki nükleer santral projeleri iptal edilmelidir. İşletilen hukuki süreçlerin başarıya ulaşmasının tek şartı güçlü bir halk muhalefeti oluşturulmasıdır.
Niğde Ulukışla, Kaz dağları, Bergama’daki madencilik faaliyetlerine karşı yürütülen direnişlerin deneyimlerinden hareketle yaşam alanlarımızı zehirlemek için ruhsatlarını almış olan, kırk bini koruma altındaki alanlarda faaliyet gösterecek on binlerce madencilik şirketinin faaliyete başlamasını engellemek adına güçlü bir mücadele oluşturmak gerekmektedir.
Sayıları iki bini aşan HES projeleri doğada geri dönülmez tahribatlar yarattığı gibi su havzalarının ticarileştirilmesi sürecinin de altyapısını oluşturmaktadır. HES projelerinin yaptırılmaması ve yapılanların ortadan kaldırılması önümüzdeki dönem ekoloji mücadelesinin temel başlıklarından biri olacaktır.
Neoliberal dönemde sermayenin kent politikaları doğa üzerinde başlı başına yıkıcı bir etki taşımaktadır. 3. Köprü projesinde son örneklerinden birini gördüğümüz gibi doğayı yok eden, ormanları yapılaşmaya açan, doğal alanları su havzalarını/yer altı sularını kirleten, özel otomobil kullanımını tetikleyen, kentteki yeşil alanları yok eden, doğanın doğal çevrimini engelleyen kentsel projelere karşı mücadele aynı zamanda insanca yaşamı ve doğayı savunma mücadelesidir.
Doğanın yok edilmesi aynı zamanda hem bir sağlık sorunu olarak ortaya çıkmakta, hem de yaşanabilir çevre koşullarının ortadan kaldırılması ile ev içi emeğin artmasına neden olmaktadır. Bu durum kadınların hem evdeki karşılıksız emeğinin artmasına hem de toplumun sağlık ve eğitim hizmetlerinden ikinci, üçüncü derecede yararlanan kesimleri olarak kadınların daha fazla sağlık hakkından mahrum kalmalarına neden olmaktadır. Kadınların yaşama ve doğaya sahip çıkma mücadelesinin en ön saflarında yer almaları bu durumun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kapitalizm, doğayı yok ederken bir yandan da “çevre” ye duyarlı üretim adı altında yeni karlılık alanları yaratmakta, sermaye “çevreci” etkinlikler ve çeşitli kampanyalarla doğa düşmanı yüzüne maske geçirmektedir. “kirleten öder” gibi kavram ve politikalar sonucunda, kirletmeyi hak sayan kapitalist kar anlayışına dayanan uygulamalar çevre sorunlarını daha da derinleştirmektedir.
Bu arada yaşanan bir diğer olumsuz durum ise, ekoloji/çevre duyarlılıklarını etkisizleştirme yönündeki karşı saldırılardır. Türkiye’de de örneklerini görmeye başladığımız, genelde bazı yatırımcı şirketlerin güdümünde ya da egemenliğinde olan sivil toplum kuruluşları da halk mücadelelerinin amacını saptırma işlevi görmektedir.
Bugün doğanın var olma hakkı ve insanın yaşam hakkı için mücadelede, sermayenin doğa düşmanı yüzünün teşhir edilmesi önemlidir. Ekolojik mücadelenin ayrım noktası kapitalizmin bütünlüklü eleştirisi ve antikapitalist içeriği üzerinden kurulacaktır.
Sermayenin çok çeşitli saldırı biçimlerine ve devletin bu saldırıları meşrulaştırıcı bir şekilde yeniden yapılandırılmasına karşı mücadelelerin dayanışma ağları kurarak ve ortaklaşan mücadele süreçlerini yaratarak ilerlemesi saldırıların bütünlüğünü göstermek ve sonuç almak açısından kritiktir.
Bizler, Halkın Hakları Forumu Yaşam ve Doğa İçin Çevre Hakkı Atölyesi’ne katılan yaşam savunucuları olarak, hem doğanın metalaştırılmasına kılıf hazırlığı niteliğindeki yasal değişiklikler karşısında hem de Anadolu’nun her yerinde yaşamı tehdit eden termik santraller, nükleer santraller, HES’ler, madencilik faaliyetleri, baz istasyonları, atıklarıyla doğayı zehirleyen fabrikalar karşısında direnişlerimizi ortaklaştırarak bütünleşik bir halk mücadelesini örmeyi öncelikli hedef olarak belirledik. Bunun için, yaşam alanlarını yok edecek sermaye saldırısından habersiz olan bölgelere ulaşmak, bilgi ve deneyimlerimizi aktarmak yoluyla direnişi harekete geçirerek mücadelemizi güçlendirmek ve yaygınlaştırmak; şirketlerin güdümündeki STK’ları teşhir ederek mücadelemiz dışında tutmak; mücadelenin önemli bir ayağı olan hukuksal süreçlere ilişkin destek sunmak görevlerimizdir.
Ekosistemin dengesinin sürdürülebilirliğini esas alan ekolojik hak mücadelemiz doğanın sömürülmesinin temelini oluşturan kapitalist sisteme karşı ve aynı zamanda doğa yıkımından en fazla etkilenen emekçi sınıfın mücadelesi ile ortak bir mücadeledir. Sermayenin doğaya yönelik saldırıları karşısında ekolojik hak mücadelemizin önümüzdeki döneme ilişkin acil olarak yaşama geçirmek üzere adım atmayı planladığı kararlar şunlardır:
- Anadolu’nun dört bir yanında açığa çıkan doğanın haklarını savunma ve yaşam ortamını koruma mücadelelerinin birbirleriyle ilişkisini, dayanışmasını güçlendirmek, ortak mücadelelerin örgütlenme zeminini yaratmak, yeni saldırı politikaları için uyarı ve bilgilendirme yapabilmek için tüm mücadelelerin kendi deneyimlerini paylaşacakları bir web haber ve paylaşım portalının/ ortamının hazırlanması,
- Mücadeleler arası ortak eylem, bilgi ve dayanışma ağlarının kurulması için atölye çalışmasının sürdürülmesi ve genişletilmesi,
- Mücadele eden ve saldırıların hedefinde olan yerellere ziyaretlerin düzenlenmesi ve toplantıların yapılması,
- Doğaya ve sağlığa zarar veren termik santraller, başta Dilovası’ndakiler olmak üzere sanayi tesislerinin kapatılmasına yönelik mücadelede Sağlık Etki Değerlendirmesi (SED) sürecinin gündeme getirilmesi,
- Ruhsatlarını almış yasal kılıfların oluşturulmasını bekleyen on binlerce maden ve taş ocağı firmasının yaratacağı doğa yıkımını engellemek için yöre halkının bilgilendirilmesi ve ortak mücadeleye davet edilmesi,
- Ekosistemin sürdürülebilirliği esasına dayanmayan ve doğanın metalaştırılması sürecinin parçası olarak yapılan tüm yasa yönetmelik değişikliklerinin iptaline ilişkin mücadele yürütülmesi,
- Hukuksal mücadelenin yürütülebilmesi amacıyla hukuk birimlerinin oluşturulması,
- Mart ayında Anadolu’nun dört bir yanında devam eden bütün direnişlerin buluşacağı merkezi, ortak bir eylemin düzenlenmesi ve bunun doğanın metalaştırılması ve yok edilmesine karşı mücadele çizgisinde çalışmalarını sürdüren tüm öznelere önerilmesi.