Ankara’da toplu taşıma fiyatları üzerinden bir kavga yaşanıyor. Aslında bu kavga bir iki yıldır ülkenin birçok yerinde yaşandı, şu an ise daha da büyüyor. Samsun, Trabzon, İstanbul, Eskişehir başta olmak üzere birçok ilde daha çok üniversite öğrencileri bir dizi eylemler gerçekleştirmiş ve bir kısmında başarıya ulaşmıştı. Bundan anlaşılması gereken şey “ulaşım hakkı”nın acil bir sorun olarak kendini dayattığıdır. Ulaşım, kentlerde ertelenemez, tasarruf edilemez bir gider kalemi haline gelmiştir. Okula gitmek, işe gitmek, iş aramaya gitmek vs. bunlar ertelenemez, tasarruf edilemez ihtiyaçlardır. Ulaşımın bu özelliği neoliberalizmin yaklaşımını belirliyor: Paralılaştır! Bugün büyükşehir belediyelerinin büyük kar kalemlerinin başında toplu ulaşım gelmektedir. Kavga da buradan çıkıyor.
Ankara’da ulaşım fiyatlarının mahkeme kararıyla fahiş bulunup iptal edilmesinin ardından halk muhalefeti ile AKP’liler arasında yaşanan mücadele, tartışma ve karşılıklı hamleler, tarafların üstün ve zayıf yönlerini anlamak açısından önemlidir. Çünkü bu iki taraf iki farklı sınıftan oluşmaktadır, tutum ve söylemlerinin zıtlığı buradan kaynaklanmaktadır.
Alicengiz oyunu tarzı siyaset
Gerçekte mahkemenin sadece fahiş fiyat uygulamasını iptal ettiği, yeni fiyatı ise Gökçek’in kendisinin belirlediği, ardından minibüsçülerce açılan 2. davanın ilk mahkeme kararına karşı değil Gökçek’e karşı açıldığı ve 2. mahkemenin otobüs ve metro için değil, minibüsçüler için Gökçek’in belirlediği fiyatı düşük bulup iptal ettiği, bunun üzerine daha önce iptal edilmiş olan fahiş fiyatı yine Gökçek’in belirlediği gerçeğine rağmen, AKP tarzı demagoji ile gerçek tepetaklak edilmiştir. Gökçek başarılı bir yalan zinciri ile “Fiyatı 185 kuruştan 90 kuruşa düşüren de mahkemedir, bu kararı iptal edip tekrar 185 kuruş yapan da mahkemedir.” söylemine herkesi inandırabilmiştir. Muhtemelen bu uzun cümlede anlatmakta zorlandığım şeyi okuyucu da anlamakta zorlanacaktır. Çünkü bu kadar karmaşık yalan kolay uydurulabilir bir şey değildir ve mahkeme kararları çarpıtılmadan, hile yapılmadan bu karmaşıklıkta bir yalan zincirine toplumu inandırmak zordur. Bu, yasalarda açıkça tanımlanmış suç olmasına rağmen İ. Melih Gökçek çekinmeden bu suçu işleyebilmektedir. (Nereden alıyor bu cesareti acaba?)
Sadece yalana mı başvurdular? Zamlar mahkeme tarafından iptal edildikten sonra televizyon kanallarını dolaşan Gökçek, dava açanları, gerçeği açıklayan bildiriler dağıtanları, yargıçları açıkça tehdit etmiştir. Bu da yetmemiş Başbakan televizyon ekranlarından Danıştay’ı tehdit etmiştir. Hem Gökçek hem Başbakan ulaşım hakkı için mücadele yürütenleri tehdit etmişlerdir ve ileride değineceğimiz gibi kolluk zoruyla fiyatlar uygulanmıştır. Burjuva siyasetinde yalan, demagoji, üzerine zor: işte faşizmin basit iki unsuru.
Ulaşım haktır, satılamaz
Ulaşımın veya başka bir şeyin hak olması, yaşamın sürdürülmesi açısından vazgeçilmez olması anlamına da gelir. Sağlıklı yaşam gibi, su, temiz hava, eğitim gibi. Bunların vazgeçilmezliği çoğunlukla tasarruf edilemezliği, ertelenemezliği ise sermayenin iştahını kabartmaktadır. Belli ki geçmişlerinde uyanık ve başarılı tüccarlar, tacirler olan (bunu Tayyip Erdoğan’ın işçilikten gelerek Karun kadar zengin olduğunu sık sık vurgulamasından anlıyoruz) Başbakan R. T. Erdoğan ve Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek, kamu yöneticisi sıfatlarını da tacirliklerine katkı yapacak tarzda kullanıyorlar, gerçekten kamuya yararlı bir iş yapmak gibi dertleri yok.
Kuşkusuz her ticari faaliyet bir kamusal faydayı zorunlu kılar, ama asıl maksat kardır. AKP’nin kamu yönetimi de bu maksatlıdır ve neoliberalizm menşelidir. Bu nedenle Halkevleri’nin ulaşımı bir hak olarak tanımlayıp, toplu ulaşımın kamusal anlayışla ele alınmasını ve sabah akşam 06.00-09.00 saatleri arasında parasız olmasını istemeleri AKP’lilerin asabını fena halde bozmaktadır. [1]
Başbakan “komünist kafası bu” diyerek yaklaşımımızı aklınca deşifre ederken “kendileri bedava çalışırlar mı” diye sorarak da kamusal bir hakkın ucuz ve parasız kullanılmasının karşısına emeğin ucuzlatılması ve bedavaya getirilmesini koyarak gerçekte kendi yaklaşımını deşifre etmektedir. ‘Nasıl bedava olacağını’, Başbakan da Belediye Başkanı da üzerine basa basa sorduktan sonra bu önerimizi çürütme çabasına girişmektedirler. Çünkü Halkevcilerin bu önerisi ayaktakımı tarafından benimsenebilir ve “toplu ulaşımdan, gerek kar yoluyla gerek alınan KDV ile gerekse de yakıttan alınan fahiş vergilerle elde ettiğiniz gelirleri sermayeyi sübvanse etmekte kullanıyorsunuz da, sabah akşam ulaşımımızı parasız yapmakta neden kullanamıyorsunuz” diye dayatabilirler. Bu korkuyla, hak taleplerini beleşçilikle gayrimeşru ilan etmek için çırpınıyorlar: “Bunlar illet” diye hiddetten morarıyorlar. İşte komünist yaklaşımla kapitalist yaklaşımın karşılaşması. Buradan komünizm propagandasının nasıl yapılabildiğini de görmekte fayda var.
Solun önderlikle imtihanı
Gerek Melih Gökçek’in gerekse Başbakan’ın bu denli infiale kapılmaları sadece bildiri dağıtımlarından kaynaklanmasa gerektir. Kendilerinin de ifade ettikleri gibi kararı gayrimeşru hale getiren ve önlem alamadıklarında uygulanamaz hale getirmesi muhtemel doğrudan eylem korkusudur. “Otobüslere kart basmadan binecekler, işgal edecekler, camlarını kıracaklar, metrolarda turnikelerden atlayacaklar…” Bu cümledeki “camları kıracaklar” lafının korku değil bir demagoji ifadesi olduğunu söylemeliyiz. Yukarıda anlatılan demagoji ve yalan zincirinin deşifre edilebilmesi ancak Halkevcilerin otobüslerde ve metroda ücretsiz ulaşım hakkını kullandırmaya dönük doğrudan eylemleriyle mümkün olabilmiştir. Devrimcilerin sınıf mücadelesindeki birincil rolüne dair tek kelimelik yanıt önderlik olsa gerektir. AKP’nin birçok konuda olduğu gibi ulaşım konusunda da akıllara zarar alicengiz oyunlarını deşifre etmek açısından öncü, hakkını almaya dönük doğrudan eylemlerin üzerinden atlanamaz bir rolü vardır. Eylemler esnasında da görüldüğü üzere halkın ciddi katılımı olmakta ve AKP ancak ÖGB ve polis zoruyla fiyatı uygulayabilmektedir. AKP’lilerin demagojileri de ancak böylece boşa çıkartılabilir. Bu tarz mücadelenin uzun bir süredir Halkevciler tarafından uygulanması halkın kendiliğinden hareketlerine de ilham kaynağı olmaktadır. 11 Şubat’ta Ege Mahallesi halkının kendiliğinden eylemine ilham veren şey daha önce Halkevcilerin öncü eylemleridir. Biz yürürüz yol olur. Duraklarda turuncu önlüklü Halkevcileri görür görmez yolcuların kart basmadan binmeleri bundandır. Başbakan’ın ve Gökçek’in korkuları buradan kaynaklanıyor. (bakınız: 1 2)
Ulaşım eylemleri, AKP’nin ve neoliberal politikalarının yumuşak karnını işaret ederken, sosyalistlerin de kalkış noktasına işaret ediyor. Şimdiye kadar gerek Halkevcilere gerekse Öğrenci Kolektifi üyelerine parasız ulaşım hakkını kullanmaktan açılmış bir dava yoktur. Açılan davalar uydurulmuş “otobüsleri işgal etmek”, “kamu malına zarar vermek”, “rehin almak” gibi iddialardan oluşmaktadır. Melih Gökçek’in bulabildiği tek şey ise üniversitede rengârenk yazılanmış otobüslerdi. Kimi solcuların da beklediği “kırıp dökme” işi olmamıştı. Toplu taşıma araçlarının kamu yararına kullanılmasını talep edenlerin, otobüsleri bu amaca uygun rengârenk yazılarla donatmaları amaçlarının güzel bir devamıdır. Kapitalistler ticari reklamlarla donatırken, sosyalistler halkın talepleriyle donatıyordu ve tüm otobüslerin bu şekilde kentte dolaşmalarının da pek güzel olacağından şüphemiz yok. Ulaşım hakkının kullanımına dönük doğrudan eylemlerin, belli saatlerde parasız toplu ulaşım talebinin, otobüslere kendi rengini vermenin sınıfsal bir yaklaşımı ifade ettiği gibi bunu algılamak da sınıfsal bir perspektifi gerektirir.
AKP sıkışıyor. Hak mücadelelerinden vurdukça soluğu kesiliyor, morarmaları ondandır. Yapmamız gereken aynı noktaya vurmaya devam etmektir.
Bugün önümüzde duran asıl mesele hak mücadelelerinin sunduğu kendiliğinden olanakları görmekle yetinmeyip, bu olanakların çeşitliliğini ve zenginliğini yaratıcılığımızla birleştirerek sınıf mücadelesi için deneyim haline getirmektir. Bu doğrultuda ileri atılmaktan, hata yaparız diye hamle yapmaktan korkmamalıyız, durmaktan ve olanakları heba etmekten korkmalıyız.
dipnot:
1. Gökçek ve RTE fena halde galeyana geldiler ve infiale kapıldılar. Aslında gündeme getirdikleri anayasa paketine başbakanları, bakanları ve belediye başkanlarını galeyana getirmek suçu koymaları gerekir; halkı galeyana getirme suçu gibi.
*Samut Karabulut: Halkevleri Örgütlenme Sekreteri