İşsizlik, zamlar ve gelecek korkusuyla büyüyen bir yoksulluk girdabında dönüyoruz. İşten atılmayı kader, zamları-pahalılığı ülkemizin gerçekliği, polis zorbalığını demokratikleşme diye kabullenmemiz bekleniyor.
Herkese her şeyi kabullendirebilecek “küresel” bir travmanın şoku altında yaşamamız, “Kriz var” lafının büyüsü altında uyuşmamız isteniyor. Nasıl ki büyük şehirlerin büyük meydanlarında patlatılan bombalar toplum üzerinde korku yaratma amacını taşırsa, sinme ve tepkisizliğe neden olursa, şimdi de “küresel kriz” karşısında tüm yoksullardan böylesi bir uyuşma ve kabullenme bekleniyor.
Yani işsiz kalmışsak, ya da işten atılma tehdidi altında yaşıyorsak; kriz bahanesiyle ücretimiz yarıya düşürülmüş ya da haftanın yedi günü çalışmaya zorlanmışsak, halimize şükretmemiz bekleniyor. %82’lik doğalgaz zammını kabullenip, kombiyi kısmamız; doğalgazdan tamamen vazgeçip, kömür sadakasıyla ısınmamız isteniyor. AKP’nin zamlarına karşı, CHP’nin kuran kurslarında halimize şükredeceğimiz sanılıyor.
Oysa bugün sermayenin karlılık krizinin faturasını biz emekçilerin, yoksulların ödemeyeceğini haykırmanın zamanıdır. Bu gün, işsizlik ve zamlarla bizleri daha da yoksullaştıracak olan kriz siyasetini yönetenlerin krizi haline getirme, AKP’nin ölüm fermanına dönüştürme günüdür.
Bu ihtiyacın bu kadar belirgin olduğu bir dönemde, tüm emek güçlerinin, sendikalı, sendikasız tüm işçilerin, işsizlerin, emeklilerin, ev kadınlarının ve gençlerin birleşik bir mücadele programı altında birleştirilmesi gerekiyor. Sürekliliği olan, üyelerine ve topluma güven veren, iktidardan hesap soran, şartlar koyan ve şartlarını gerçekleştirmek üzere eylemi sokağa taşıyan bir mücadele programına ihtiyaç duyuluyor.
Oysa yakın zamanda yaşanan emek örgütlerinin mitingler dizisi olumlu olumsuz birçok deneyimi barındırdı. Bursa, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, İzmir mitingleri sonrasında Kadıköy’de biten bu dizide, mitinglerin araç mı, amaç mı olduğu ne yazık ki karıştı. Miting kararı almanın ya da konuşmacısı olmanın yeterli olmadığı umuyoruz ki anlaşıldı. Ön hazırlıkları, katılım kanalları, kapsamı, içeriği, mesajı ve sonrası planlanmamış mitinglerde doğal olarak ciddi bir başarı yakalanamadı. Belirgin bir inisiyatif merkezine, sürekliliği ve kararlılığı olan bir mücadele programına sahip olunmadığında, son iki ay içerisinde onbinlerce kişinin işsiz kaldığı ilde (Bursa!) mitingin üç bin kişiyle gerçekleştirilebildiği görüldü. Her ilde ayrı bileşenlerle mitingler düzenlenebildi. Zamanlamada bile koordinasyon sağlanamadı. En çok önem verilen İstanbul mitinginde altı örgütün çağrısıyla basın toplantısı yapılıp, miting üç örgüt çatısı altında gerçekleştirildi.
Hepsinden önemlisi sermayenin dayattığı kriz saldırganlığına karşı isyan siyasetinin gereklerini yapmak yerine “krize karşı miting” denklemi kuruldu. Son olarak Türk-İş, DİSK ve KESK tarafından bir final mitingi olarak tasarlandığı anlaşılan Kadıköy mitingi tamda bu sürece uygun biçimde gerçekleşti. Miting kararının alınış şeklinden, hazırlıklarının sınırlılığına kadar her şey “bir miting”i kotarma duygusuna büründürüldü. Sadece toplu sözleşme yapan işçi sendikalarının geleneksel kitlesini taşımanın ya da hala militan karakter taşıyan KESK (ya da Eğitim-Sen) kalabalığı ile kotarılan miting “görüntülerinin” başka zamanlarda sendikal merkezlerin faaliyet raporları için yeterli olsa bile yaşanan devasa kriz günleri için yetersiz olduğu düşünülemedi.
Oysa, bu ihtiyacın en belirgin olduğu dönemde Türk-İş, DİSK ve KESK tarafından 15 Şubat’ta Kadıköy’de gerçekleştirilen miting her zamankinden çok daha fazla önem taşımaktaydı. Kadıköy mitingi beklendiği ve söylendiği biçimde birleştirici olamadığı gibi, hedefleri ve sonrası belirgin olmadığından bir mücadele sürecinin parçası olmaktan da uzak kaldı. Miting ne yazık ki yapılması gereken-gerçekleştirilmesi gereken bir “sendikal” görev gibi algılandı ve yaşama geçirildi. Miting Krize karşı yürütülecek emek eksenli ve hak talepli mücadelenin ruhuyla bütünleştirilemedi. Miting süreci emek cephesini, ne liberal politikaların şampiyonu ve mevcut küresel krizi sermaye lehine dönüştürme telaşlısı AKP hükümetine karşı, ne de doğrudan sermayenin kendisine karşı ciddi bir tehdit unsuru haline getirilemedi. Miting ortamı başta Türk-İş merkezi olmak üzere, geleneksel sendikal merkezler tarafından işçilerin iç hesaplaşması-ergenekon-sendikal rekabet demogojilerine zemin hazırlayacak mahiyete büründürüldü.
Kuşkusuz ön çalışmalarındaki yetersizlikler, hava muhalefeti gibi etmenlere rağmen onbinlerce işçi ve yoksulun aynı meydanda, sol söylemin egemen olduğu yürüyüş kollarında buluşması anlamlı ve gereklidir. Kadıköy mitinginde bunun kısmen başarıldığı da kabul edilmelidir. Ancak bunun çok daha fazlasına ihtiyaç duyulduğunu, mitinge taşınan örgütlü onbinlerin hiçbir güvencesi olmayan ya da işsiz kalan yüzbinlerle buluşturmanın, ortak hedefler doğrultusunda işyerinde, mahallesinde ortak ve kararlı eylemliliklere taşımanın sorumluğu bir an olsun akıldan çıkarılmamalıdır.
Bilinmelidir ki; tahammül sınırları zorlanan işsizlerin, yoksulların, halkın bu süreçte söyleyecek çok sözü, sermaye karşısına dikeceği şartları, haklarını alma yönünde kararlı ve inatçı bir mücadelesi var. Bu mücadelenin büyütülmesinde DİSK’in, KESK’in ve Türk-İş’in sorumluluğu var. Bu tarihsel sorumluluk Türk-İş’in merkez yönetimindeki riyakar, sarı sendikacılığa, DİSK’te yaşanan örgütsel inisiyatifsizliğe ve KESK’in özgüven kaybına rağmen hayatta karşılık bulmak zorundadır. Suyun akacağı yolu bulduğu gibi, işsizlik ve yoksulluk girdabına sokulmuş halkın haklarını almak, emeğine ve geleceğine sahip çıkmak üzere kendi mücadele ve direniş yolunu bulacağı bilinmelidir.
Yaşanan süreçten olumlu olumsuz dersler çıkarılmalı kriz ortamında emeğin birleşik mücadelesi sokakta sürekli bir eylemlilik hattında buluşmalıdır. Tüm demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesi, inat ve ısrarla örülmeye çalışılmalıdır. Ancak bu süreçte bilinmelidir ki Halkevleri, halkın muhalefet evleri, sendikal birikimleri yok saymadan, emeğin gücünü programatik eylemliliğe sürükleyen platformların neferi olmayı sürdürecektir. Krizin sonuçlarını halkın isyanına taşıyan bir mücadele sürecinin sahibi olacaktır. Soyut sözlerin, geniş zaman kipi taşıyan cümlelerin, belirsiz kürsü konuşmalarının hükmü çoktan bitti. Şimdi ne yapacağını söyleme ve söylediğini daha güçlü yapma zamanıdır. Halkevleri ne yapacağını sokakta halkla birlikte halk kürsülerinde söyledi. Şimdi söylediklerini yine sokaklarda yapmaya devam edecek.
İlknur BİROL
Halkevleri Genel Başkanı