Üç çeyrek yüzyıl

Abdullah Aydın | Pa, 18/02/2007 - 02:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Halkevciler bugünlerde 19 Şubat 2007’de başlayacak olan 75. mücadele yıllarına hazırlanıyorlar. Halkımızın kaderiyle iç içe geçen üç çeyrek yüzyıl… Halkevleri, dünyada ve ülkemizde acı tatlı birçok olaya tanıklık etmiş ulu bir çınar. Öyle bir çınar ki; Homeros’u, Prometeus’u, Mevlana’yı, Yunus’u kökleriyle bugünlere taşırken; dalları ve yapraklarıyla Küba’dan Vietnam’a, tüm ezilen halkların barış ve kardeşlik türkülerini buluşturuyor.

Halkevleri tarihinin bir mücadele tarihi olması- bizim tercihimizden öte- örgütlenme ve düşünce özgürlüğüne yasaklar getirilen ülkemizin koşullarından kaynaklanıyor. Bu koşullar, bizleri her dönemde demokrasi mücadelesini ana gündemimiz yapmaya zorladı. Bu nedenlerle halkevleri tarihi, anti-demokratik uygulamalara karşı itiraz ve isyanlarla dolu bir tarihtir. Bu onurlu tarihin başarılarını ateşleyen temel güç, halkın umut ve özlemlerinden süzülüp gelen, düşünsel ve kültürel zenginliğinin açığa çıkarılmasıdır. Savaşların ve büyük alt-üst oluşların yaşandığı, devletlerin tarihe karıştığı, yeni ülke sınırlarının çizildiği bir dönemde- belli duraksamalar yaşansa da- halkevleri kervanı yoluna devam ediyor.

Son aylarda yaşanan gelişmeler egemenler arasındaki gerilim ve çatışmalar bize yeni bir dönemi işaret ediyor. Bu yeni dönem, sermayenin ‘mali disiplini’ sağlamasında, ‘uyum manzarası’ yaratma isteklerinin muhalifler için zor bir dönemin başladığını da işaret ediyor. AB treninin yaşadığı arıza, buna bağlı olarak Kıbrıs sorunu, Ortadoğu’ya yönelik sonu gelmez heveslerle, kendi gündemlerini toplumun bütününe dayatmak isteyen egemen güçler önümüzdeki dönemde aykırı düşünenleri ezmek için her yolu deneyecekler. Demokratik kitle örgütlerine, dergilere, kültür merkezlerine ve yoksul mahallelere yapılan operasyonlar bu düşüncemizi doğruluyor. Yine üniversitelerin hedef tahtası seçilerek polis, yönetim, faşist güçlerin işbirliğiyle ‘Üniversiteler ticarethane, öğrenciler müşteri değildir’ diyenlerin seslerinin kısılması aynı nedenlere dayanıyor. Böylesi çelişki ve çatışmaların yaşandığı bir dünyada Halkevcileri bugün daha ağır görev ve sorumluluklar bekliyor.

‘Köprülerin altından çok sular aktı’ diyenler olsa da, akan sular  zapt edilemiyor ve insanoğlu hala yeni köprüler yapıyor. Değişen dünyada bizde de belli dönüşümler oldu; ama misyonumuz değişmedi. Her zaman gücümüzü halktan aldık ve halkın örgütü olduk. Ne zeminimiz bizim altımızdan kaydı ne de biz zeminimizi terk ettik. Bu yüzdendir ki olanaksızlıklara ve engellemelere rağmen, ele aldığımız proje ve kampanyaları yüzümüzün akıyla sonuçlandırdık. Kimliğimizi yitirmeden kendimizi her dönemin gereksinimlerine göre donanımlı kılmayı başardık. Daha iyi bir yaşam için halkın söz ve karar sahibi olmasına çaba sarf ettik.

Kuruluş dönemimizde dışlanmış, cehalet içinde bırakılmış bir halkı tarih sahnesine çıkardık. Halkevleri çalışmalarının sağladığı aydınlanma ve bilinçlenme sayesinde dünyadaki gelişmeleri izleyen, ülkesinde olup bitene seyirci kalmayan, çağdaş ve bilimsel düşünebilen bir insan tipi yaratılmasına katkı sağladık. Kültür ve sanatı İstanbul’da bir avuç seçkinin işi olmaktan çıkarıp kitlelere mal ettik. Dönemin temel görevi buydu ve halkevciler o yıllarda büyük bir aydınlanmanın öznesi olarak görevlerini layıkıyla yerine getirdiler.

60’lı yıllar emekten yana değerlerin yükseldiği, emperyalizme karşı kurtuluş savaşlarının verildiği ve sosyalizmin dünya halkları için umut olduğu bir dönemdi. Halkevcilerin yeni görevi kitleleri, dünyanın eşitlik, özgürlük ve barıştan yana yüzü ile buluşturmak ve gerçek kurtuluşun nasıl ve nerede olduğunu bilince çıkarmaktı. Arayışlar ve yoğun tartışmalardan sonra demokrasi mücadelesini önemseyen, emekten yana bir halkevcilik kabul gördü. 1980’lere doğru halkevleri, halkın bütün sorunlarının tartışıldığı ve çözüm yollarının arandığı ‘halkın muhalefetevleri’ anlayışına kavuştu.

12 Eylül sonrası Halkevleri, 1988 yılında yeniden örgütlenme şansı yakaladığında yokluk ve yoksunluk içindeydi. Fiziksel güçsüzlüğünün yanında halkevci değerler açısından da kötü bir süreç yaşanıyordu. Sosyalizmin çatırtıları, 12 Eylül yarasına tuz biber ekerken; kapitalizmin zafer çığlıkları beyinleri teslim almaya çalışıyordu. Liberalizmin tilki masallarına kananlar da az değildi. Bu elverişsiz ortamda fırtınadan kazasız belasız kurtulan az sayıda devrimci kolları sıvadı. Halkın darmadağın ve sahipsiz olduğu bir dönemde, halkevlerine her zamankinden çok gereksinim olduğu iddiasıyla yola koyuldular. 8-10 yıllık bir deneme yanılmadan sonra yeni liberal sömürü politikalarının her şeyi ve herkesi çökerttiği ülkemizde, yoksullaşan halkın yaşamı içerisinden yeni bir örgütlenme ve mücadele anlayışı yeşertildi. Sosyal devletin çökertildiği, halkın sınırlı kazanımlarının bile elinden alındığı 2000’li yıllarda halkın hakları öne çıkarıldı. Bu hakların kullanımı yolunda bir mücadele kültürünün geliştirilmesi doğrultusunda çalışmalar sürdürülüyor.

* İzmit’te yapılan ‘Yoksullar Buluşuyor, Kadınlar Konuşuyor’ festivaliyle yeni dönemde halkevlerinin yoksulluk ağırlıklı bir mücadeleye yöneldiği vurgulandı. Yoksulluktan en çok zarar gören kadınların örgütlenmesinin önemi ortaya koyuldu.

* ‘Irak Mağduru İşçiler ve Aileleri Merkezi’ oluşturularak savaşın yarattığı yıkımlar gözler önüne serildi. Mağdurların haklarını alabilmelerinin mümkün olduğu gösterildi.

* Eğitimin ve sağlığın piyasalaştırılmasına karşı ‘ Parasız Eğitim, Parasız Sağlık İstiyoruz’ şiarı ile yıllardır devam eden uzun soluklu bir mücadele yürütülüyor.

* Rant için kentsel dönüşüm değil, insan için kentsel dönüşüm diyerek barınma hakkı talebi etrafında yoksul mahallelerin içine düşürüldüğü çürümüşlüğe çözüm yolları aranıyor. 

* ‘Filistin Yaşasın, Yaşasın Filistin’ kampanyası ile kurtuluşumuzun ancak ezilen dünya halklarının kardeşliği ve dayanışmasından geçtiğini bir gıda paketiyle somutlamaya çalıştık.

* 1. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali düzenleyerek dünya işçi sınıfı mücadelesinin bitmediğini, bu uğurda verilen mücadeleleri, isyanları, deneyim ve birikimleri buluşturmaya çalıştık.

* ilk ve orta öğrenim öğrencilerine destek amaçlı, okuma yazma bilmeyenlere ise okuma-yazmayı öğreten kurslarımız sürüyor.

* Yerel yönetimlerin ve demokratik yapıların düzenledikleri festivallere katılım ve katkı sağlıyoruz.

* Kuruluş yıldönümü, 1 Eylül Dünya Barış Günü gibi özel günlerde ve yürüttüğümüz kampanya ve çalışmalar üzerinden konser ve festivaller düzenliyoruz.

* Halkoyunları, müzik, şiir, resim, Fotoğrafçılık sinema ve film gibi dallarda her şubenin kendi gücüne ve talebine uygun kurs, atölye çalışmalarımız yürüyor.

* işçi, gençlik ve kadın sorunuyla ilgili oluşturduğumuz atölyelerde yürüyen mücadelelere de örtüşmesini amaçladığımız çok yönlü çalışmalarımız devam ediyor.

* Yayınlarımız ve kültür sanat politikalarımızla kültür-sanat üzerinde sermayenin yarattığı hegemonyayı kırarak, sanata yeniden emekçilerin mücadelesinin önünü açacak bir işlev kazandırmaya çalışıyoruz. Kazım Koyuncu’nun devrimci müziğini ve mücadelesini kendisinden sonra da devam ettirmek için mirasına sahip çıkıyoruz. Bu çerçevede Kazım Koyuncu’nun sanatçı dostları ve sevenlerinin de katkılarıyla birçoğu daha önce yayınlanmamış şarkılarından oluşan “Dünyada Bir Yer Yerdeyim” isimli albümü yayınladık. Albümden elde edilecek gelirle Kazım’ın değerlerini yaşatacak bir kültür merkezi kurmayı amaçlıyoruz.

Yukarıdaki çalışmalarımızla iç içe demokrasi mücadelesinde Mersin’de başlatılan bayrak provokasyonuyla birlikte önü açılan faşist saldırılara karşı meşru ve demokratik tepkilerimizi gösterdik. Terörle mücadele yasasına, cezaevlerindeki tecrit politikalarına, Kürt sorununda barış yerine savaşı ve milliyetçi saflaşmayı dayatanlara karşı barış, eşitlik ve kardeşlik talebimizi haykıran eylemlilikler geliştirmeye çalıştık. 

Önümüzdeki dönemde de geçmiş yılarda yapabildiklerimizden cesaret alarak IMF ve Dünya Bankası’nın yıkım politikalarına karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Halkın hakları sempozyumu düzenleyerek eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, enerji, temiz su-çevre, kültürel ve demokratik haklar konusunda çalışma grupları ve atölyeler oluşturarak, en son, halkın taleplerini deklere edeceğimiz bir çalışmayı hayata geçireceğiz. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin ikincisini geçen yıldan edindiğimiz deneyim ve birikimlerimizle yetkinleştirerek Mayıs 2007’de yapacağımız gösterimlerle gelenekselliğini sağlayacağız.

Bugün yapabildiklerimiz ve ileride yapmayı düşündüklerimizle geçmiş süreçlerdeki işlevimize uygun (savaş, sömürü, yoksulluk ve baskılar karşısında) yeni bir aydınlanmanın öncüsü olmaya çalışıyoruz. Uğraşlarımızda her zaman kendi öz gücümüze güvendik. Hedefe yalnız ulaşamayacağımızı, nihai zaferin ancak dost kurum ve kuruluşlarla oluşturacağımız ortak mücadeleden geçtiğini hiç göz ardı etmedik.  

Halkevciler olarak üç çeyrek yüzyıla girdiğimiz bugünlerde söylenecek çok sözümüz var. Söyleyeceklerimizi düzenleyeceğimiz dayanışma yemekleri, panel, şenlik, sergi, afiş, bildiri vb. gibi değişik etkinliklerle, dostlarımızla birlikte ifade etmemizin daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Bu onurlu yürüyüşte bizleri yalnız bırakmayan başta emekçi halkımız olmak üzere tüm devrimci, demokrat, ilerici dostlarımıza teşekkür ediyorum ve yeni mücadele zeminlerinde buluşmak  dileğiyle tüm Halkevciler adına herkesi saygıyla selamlıyorum.