Asıl iş, iğde ağaçlarını savunmaktır. Asıl iş, iğde ağaçlarından etrafa yayılan serinliği savunmaktır. Asıl iş, iğde ağaçlarına ev sahipliği yapan mahallelerdeki sakinliği, sessizliği savunmaktır.
Kötü kokuyorken kentler, kentler gürültüye teslim olmuşken, kentler yazın sıcaktan kavruluyorken; insanı yok eden makinelere dönüşmüşken kentler, kentler komşuluğu, yardımlaşmayı, kötü günde yan yana durmayı, iyi günde ağız dolusu gülmeyi unutturmak üzere planlanmışken, nedir önemli olan?
Paraya tapan belediye başkanlarından, insanları kentli değil müşteri gibi gören belediye başkanlarından, belediyelere kamu hizmeti veren kurumlar değil, adeta birer ticarethane muamelesi yapan belediye başkanlarından hangisinin kentleri yöneteceği mi?
Elbette, memlekette olup biten her şey bu temelle sınırlı değerlendirilmeye tabi tutulamaz. Yoksa nasıl açıklanır, Diyarbakır’ın DTP’ye, İzmir’in CHP’ye, şovenizmin uç verdiği kentlerin MHP’ye işaret etmesi.
Hatta, pek çok şey söylenir bu fasla dahil. Solun bir bütün olarak simgesel olsa da morale ihtiyacı bulunduğu, AKP’nin yüzde 10 sınırına dayanan oranda gerilemesinin geleceğe dair umutları çoğalttığı, gerilemenin az oy almakla sınırlı açıklanamayacağı, AKP eliyle hayata geçirilmek istenen projeye itiraz anlamı taşıdığı, ekonomik krizin ilk yansımalarının bile AKP’ye sanayi kentlerinde, işçi mahallelerinde oy kaybettirdiği, Kürt sorununun çözümünde muhatabın kim olduğunun tescil edildiği, göz ardı edilemeyecek bir kesimin siyasal-kültürel-yaşamsal kaygı taşıdığı, solun seçim sonuçlarına bakarak durumdan vazife çıkartması gerektiği, MHP’nin yükselişinin devrimciler açısından ne anlama geldiği, ırkçı-şoven kalkışmaya solun nasıl ve hangi tarzla direnebileceği üzerine uzun uzun tartışılabilir. Zaten yapılıyor da.
İnandırıcı gelmiyorsa ekranlarda söylenenler, gazetelerde yazılanlar, gerçek hayatta karşılığı yoksa, ikna edici değilse hiçbiri, İğde ağaçlarından yayılan kokunun tılsımına bırakalım kendimizi o zaman. Evsiz, barksız kalanlar, mahallesinden polis marifetiyle atılanlar, yerinden yurdundan koparılanlar; işsizler, açlar, çocuğunu okula gönderemeyenler, hastane kapılarından geri dönenler nerde yaşıyorsa, nerde nefes alıyorsa orada olalım.
İrili ufaklı partilerin, sandıktan çıkan sonuçlara bakıp da, sevinmesine ya da üzüntülere gark olmasına aldırış etmeyelim. Ne seçim dönemini başlangıç sayalım ne de seçim sonuçlarını son olarak görelim. İğde ağaçlarını savunma iradesinin sergileneceğini dün olduğu gibi bugün de dosta düşmana ilan edelim. Belki de buna en çok dostların ihtiyacı olduğunu bilelim.
İğde ağaçlarından, önce ciğerlere, sonra kente yayılan o kokudur, seçim döneminde kapı çalma, hal hatır sormayla sınırlı politik çaresizlikten çekip alan, seçim dönemlerinde görünen sonra ortadan kaybolan siyaset yapış tarzına hiç bulaştırmayan, soldan sağa bilcümle partiden ayıran.
Bir seçim dönemi daha nihayete erdi. Sandıktan başka hayatı olmayanlar, sandıktan çıkacak sonuçtan başka beklentisi bulunmayanlar, kendilerine başka bir hayat kuramayanlar nasıl bir ruh halindedir bilinmez ama kesin olan bir şey var: İğde ağacının kokusunu hissedenler, iğde ağaçlarını korumaya devam edecekler.
Sendika org’daki Gündem yazısının manidar başlığını buraya taşıyarak bitirelim: Sandıkta tökezleyenleri sokakta yıkalım. Çünkü emir büyük yerden; hayat emrediyor bizlere.
* Ankara’da Dikmen Vadisi’nde kentsel dönüşüme karşı oluşturulan Barınma Hakkı Bürosu, direnişi kırmak isteyenler tarafından yakıldı. Mevsimlerden yazdı; sıcak kasıp kavuruyordu Ankara’yı. Kent merkezinde nefes almak bile zordu. ‘Geçmiş olsun’ demek ve dayanışma göstermek için Vadi halkını ziyarete giden heyetin içindeydim. Sohbet sırasında bir mahalleli, “İşte Gökçek, bu serinliği satmak istiyor zenginlere” dedi. “Bu iğde kokusunu, bu yeşilliği.” Kent merkeziyle vadi arasında kayda değer bir ısı farkı vardı. Bu serinliğin zenginlerin hakkı olduğunu, ancak onlara yakışacağını düşünen bir belediye başkanımız var Ankara’da; yeni değil, 15 yıldan beri.