Daha ne kadar susacaksın, susabilirsin ki? Daha ne kadar görmeyeceksin, görmezden geleceksin, görüp de boş vereceksin ki?
Işıksız bir kente akşam vakti ağır ağır çöken koyu bir karanlık gibi; işte kaplıyor her yanı yoksulluk, açlık, sefalet, kimsesizlik ve gariplik. Geçim derdine, ekmek kavgasına, yaşama tutunma çabasına oradan oraya koşuşturan insancıklar; en basit özlemlerini bile bir hayal kılalı, hayallerini ise tümden öteleyip unutalı, epeyce oldu.
Memleketin başında olanlar, senin başına dert açmaktan başka ne yapıyor ki? Seni tanıyan, bilen, seni görüp duyan kalmadı; o yüksek katlı, soğuk yüzlü binalarda. O lüks arabaların siyah camları içeriyi değil, asıl dışarıyı göstermez, sen bilmezsin. Kavşaklarda mendil satan çocuklar, o yüzden korkar siyah camlı lüks arabalardan; vurursa kusur bulunmaz şoförlerinden.
Senin bir yılda kazandığını bir gecede harcayan adamların, aklına değil ama diline düşersin en fazla; peki sen ne zaman diline söz vereceksin, sanki namluya kurşun verir gibi ? Her şeyin ama her şeyin; arkadaşlığın, kardeşliğin ve hatta sevdanın da, onur ve cesaretin de, şimdi cüzdanlara, çek defterlerine, kasalara hapsedildiği bu alemde; daha ne kadar yüreğine zincir vuracaksın ?
Bebekler ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan beşiklerinde susarken; genç kızlar, töre diye sokak aralarında; delikanlılar, adı her dilde aynı söylenen kirli bir savaşta dağlarda vurulurken; güneşin giremediği ucuz atölyeler patlar, henüz okul çağındaki işçilerin kolu bacağı koparken; sen yaşlanmayı içine daha ne kadar sindirebilirsin ki ?
Kaç nesildir yaşadığın bu topraklar şimdi sana yabancı. Fabrikalar, madenler, limanlar, tarlalar, yollar, köprüler sana yabancı; yabancının malı olmuş. Şöyle dikkatlice, sırf gözünle değil de aklınla da bakıp görebileceğin sinsi ordularla işgal edilmiş ülken. Bunu göremeyip, sırf sen de görme diye; “vatan elden gidiyor” deyip seni vatanından başka yere çağıran şarlatanlar da varken üstelik; sen daha ne kadar kör ve onlara kanmış gibi davranacaksın ?
Söylesene; ne zamana kadar kendini kendinden saklayacaksın ?
Hadi, örgütlen !
Yalnız değilsin işte, bir değil binler, milyonlarsın; bir akmaya başlasan, hiçbir bent tutamaz seni, yatağından taşıverirsin, dalgalarının erişemeyeceği yer yoktur; sen de bunu biliyorsun.
İnsan elinin parmakları avuç içine doğu kapanır; bir nedeni alet tutmak için, ama bir nedeni de bir başka eli sıkmak, bir başka bedeni kucaklamak içindir. Kimi zaman bir “merhaba”ya eşlik ederken, kimi zaman bir halayda saf tutarken; o nasırlı, o yaralı, o yorgun ellerini yalnız bırakma artık; örgütlen !
Yere düşen her bir kar tanesinin kirlenip eriyişine bile incinecek kadar hafifse yüreğin; insan evladıysan, helal süt emmişsen, kadir kıymet bilensen; hele ki, ayrılıklardan çok kavuşmaları özleyip de, kavuşabilmek için ayrılığı göze alacak kadar da cesaretliysen; lütfen örgütlen !
Bil ki, seni senden ve senin gibilerden başka anlayacak yoktur. Bil ki, taşıdığın bütün hastalıkların ilacı sensin. Senin aklın, senin eylemin; senin için ve sana ait bir ülke yaratır ancak; o halde örgütlen !
İşyerinde sendikaya, meslek odana; mahallende Halkevi’ne üye ol ! Senin gibileri ara bul, bak her yerdeler; her yerde hep birlikte, değiştir mekanı ve zamanı !
Sonra günü gelir, seninle bir tepeye çıkıp çimenlere oturur; rüzgara bırakarak kendimizi, ellerimizle yarattığımız bu yaşanası ülkeye bakarız uzun uzun.
“Ne de güzel oldu” deriz. Yorgunluğumuzun tadına varmak için sonra, bir türkü mırıldanırsın belki; beraber söyleriz ….
(Bu yazı Halkın Sesi Gazetesi'nden alınmıştır)