Ankara Çankaya sırtlarında Turan Güneş Bulvarı kıyısında bulunan küçük bir ormanda her sabah yürüyüşe çıkar hanımlar ve beyler. Çoğunlukla Or-An semtinin sakinlerinden oluşan bu topluluk, kentin ve hatta ülkenin kalburüstü tabakasının tanınmış simalarını da içerir; eğer siz de o saatlerde oradaysanız, bir sayın bakana veya milletvekiline ya da üst düzey bir bürokrata veya işadamına rast gelmeniz olasıdır. Sağlıklı yaşam yürüyüşlerine genellikle özel şoförleri ve lüks arabalarıyla gelirler ve hatırı sayılır bir trafik sıkışıklığına vesile olurlar. Ankara’ya gelip de sabahın köründe beni arayıp “Otobüs terminalindeyim, sana kahvaltıya geleyim mi?” diyen arkadaşları almaya giderken yolum geçtiği için buradan, yakından bilip gözlemlediğim bir manzaradır.
Hemen aşağıda ise bizim Dikmen Vadisi yer alır. İ. Melih Gökçek’in vadiye hizmet veren belediye otobüslerini kaldırmasından bu yana, orada da aynı saatlerde bir sabah yürüyüşü, tabi zorunlu olarak ve ekmek kavgası adına topluca yapılır. Çamur ve çukur içindeki sokaklardan başlayan emekçi halkın bu sabah yürüyüşü, tam da o ormanın kıyısında bulvar üzerinde bulunan en yakın otobüs ve dolmuş duraklarına ulaşıncaya kadar sürer.
Bu esnada, elinde bir boya fırçası veya keser ile çalıştığı inşaata yetişmeye çalışan bir vadili emekçi, üzerindeki eşofmanların fiyatı onun bir aylık ücretine denk gelen bir sayın bey veya hanım ile kısa bir süre birlikte yürümüş olur. Önce birbirlerini şöyle bir süzerler, sonra gizliden bir yarışa tutuşurlar, ama patronun öfkesi galip gelir ve hep bizimkiler kazanır.
Birileri eve ekmek götürüp açlıktan ölmemek, diğerleri de daha uzun ve sağlıklı bir ömür sürmek için kan ter içinde adım atmaktadır; ancak sonuçta her iki kesim de aynı amaç için yürümektedir; hayatta kalmak.
Güzel memleketimizin insanlarının; zengin ve yoksul, vatandaş ve vatandaşımsı şeklinde, hiç olmadığı kadar derin ve kalın çizgilerle ikiye bölündüğü günümüzde; haramiler ile ötekilerin yollarının tuhaf kesişme anlarından biridir işte.
Geride kalan cumartesi günü Dikmen Vadisi’nin aşağısına yani 3’üncü etaba doğru da bir yürüyüş gerçekleştirdi vadi halkı. O gün orada 3’üncü etabın açılışı vardı. Rant yağmasının devasa anıtları olarak dikilen o çok katlı lüks bloklara bayraklar ve Başbakan ile Büyükşehir belediye başkanın dev posterleri asılmıştı. “Biz de varız, buradayız” demek için yaklaşık bir saat süren bir yürüyüşle bu açılış töreninin yapıldığı alana ulaştık. Ancak polis ve belediyenin özel güvenlik birimleri almadı bizi içeriye. Doğrusu çok da ısrarcı olamadık, çünkü 3 üncü etap denilen o cennet bahçesi, bizim olmayan ve bize yasaklı bir başka dünya idi. Sanki uzak bir gezegenin yörüngesine düşmüşüz de; orada yaşamak, nefes almak mümkün değilmişcesine, öyle uzaktan izlemekle yetindik.
Arızlılı depremzedelerde o günden bir hafta öncesinde Kocaeli’den Ankara’ya yürümüşlerdi. Ankara’ya girdikleri gün Sıhhiye semtinde polisin “Neden yürüyorsunuz?” sorusu ve müdahalesi ile başlayan Ankara ziyaretleri, sorunlarına anlatma çabasıyla birkaç gün daha sürdü. Ankara’da Dikmen Vadisi’nde misafir oldular ve yaklaşık dört yıldır barınma hakkı için yürüyüp duran vadi halkı, asla onlara “Neden yürüyorsunuz?” diye sormadı.
Yürüyoruz; ama sanmayın ki fazla kilolarımızdan ya da kollestrol sorunumuzdan muzdaripiz. Ekmek için, aş için, iş için, okul için ya da evlerimiz için yürüyoruz.
İnsan ve vatandaş yerine konulmadığımız bu düzende, haklarımız için yürüyoruz.
İlk insanlar binlerce yıl önce Afrika kıtasından çıkıp neden yürüdülerse bilinmeyen topraklara, kıyılara; biz de atalarımız gibi hala aynı yolculuğu sürdürüyoruz; daha iyi bir yaşam ve gelecek arıyoruz.
Bize “Neden yürüyorsunuz?” diyenler rahat verse, belki şuracıkta biraz durup soluklanacağız ama, nedense zaman hep aleyhimize işliyor ve kurt sürüleri hala peşimizde, o yüzden hızlı hızlı atıp adımlarımızı boyuna yürüyoruz.
Anamızın babamızın evinde, onların sevinç çığlıkları arasında, hani koltuğa sehpaya tutunup da ilk adımlarımızı attığımız bebekliğimizden beri, şimdi o evleri bile başımıza yıkmanın hesaplarını yapanlar var diye yürüyoruz.
Ama sanılmasın ki, o haramilerden korkup kaçmak için; onların üstüne üstüne yürüyoruz!
Halkın hakları için yürüyoruz; henüz bir sel olamasak da, o selin yatağını açan dereler gibi akıyoruz.
25 Ekim gününe sözleştik, Ankara’ya yürüyoruz!