Seçimler, sandık ve her daim olan yaşam üzerine

Ender Büyükçulha | Per, 02/04/2009 - 01:00
  • Arttır
  • Eksilt
  • Normal

Yerel seçimler sonuçlandı.

1815 Haziran’ında Waterloo’da bir tepede oturmuş, az önce sona ermiş olan o büyük çarpışmanın verildiği ölü ve yaralılarla dolu savaş alanına bakan, Napolyon Bonapart’ın ordusundaki yorgun ve yaralı bir asker gibiyim.

İki açıdan;

Birincisi, Ankara’da İ. Melih Gökçek yeniden büyükşehir belediye başkanı seçildi. Dikmen Vadisi halkının ve daha bir çok duyarlı Ankaralının canını dişine takarak yürüttüğü çalışmalar, ne yazık ki Gökçek saltanatını yıkmayı başaramadı.

İkincisi, bu çalışmadan kaynaklı vadi halkının sırtına yüklüce bir matbaa borcu binmiş durumda ve ben, henüz 30 Mart sabahı güneş yeni doğmuşken “para, para, para” diye etrafta dolanmaya başladım bile.

Zaten oldum olası sandık beni korkutmuştur.

Çocukluğumda, annemin ceviz ağacından büyükçe bir çeyiz sandığı, her taşınmamızda sanki başka yer yokmuş gibi benim odama konulur ve geceleri ben, o sandıkta yaşadığına inandığım türlü canavarların dışarı çıkıp beni yememesi için dua eder dururdum.

Sonra Halkevleri’nin bir tarihteki büyük merkez genel kurulunda; bütün evrakı, kalem kağıdı, pankartı afişi hazır edip de, önceden bir marangoza özenle yaptırılmış olan tahtadan seçim sandığını salona getirmeyi unutunca, bütün günüm zehir olmuş, arkadaşlarımı mukavvadan bir bisküvi kutusuna mahkum etmiş olmanın utancı ile yaşamıştım.

Hepiniz gibi ben de bir çok sevdiğim insanı, boyu enine göre orantısız olsa da özünde yine de bir sandık olan o malum kutunun içinde toprağa verdim; sandık korkumun bir başka nedeni de budur belki.

Böylesi acı anlarda, toprağa daha sıkı basarım yani yaşama daha sıkı sarılırım ben. Ölümün, yitip gitmenin değil ama, yitip gitmenin korkusuna meydan okumanın çaresi, inatla yaşama sımsıkı sarılmaktır.

Şimdi de öyle yapmak lazım.

Bu akşam vadi halkı, barınma hakkı bürosu önünde yeniden bir araya gelecek ve seçimler sonrası ortaya çıkan tabloyu enine boyuna değerlendirip, bir karar verecek. Bir beş yıl daha Gökçek saltanatının karşısında haklarını, onurunu ve geleceğini savunmanın yol ve yöntemlerini, kendilerini bekleyen yeni güçlükleri ele alacaklar.

Ve ben biliyorum ki yüksek sesle olmasa da, içlerinde hep büyük bir ağırlık olarak kalacak olan o soruyu soracaklar gizliden; “Neden Ankara ? Neden ?”

Vadi halkı bu seçim de yalnızca büyükşehir de değil, muhtarlıklarda da umduğunu ne yazık ki bulamadı.

Bu seçimde vadi halkı iki muhtar adayı çıkararak, Dikmen Vadisi’ni de içine alan iki mahallede, yoksul emekçi mahalle halkının değil de, hep rantçıların çıkarlarını savunan mevcut muhtarları devirmek için de mücadele etti.

Bu mahallelerden ilki olan Yukarı Dikmen Mahallesi’nde, mevcut muhtar adayı 3464 oy, vadi halkının adayı ise 1615 oy aldı. Bu mahallede yarış, Or-An semtinin yüksek güvenlikli lüks siteleri ile onların hemen dibinde, biraz da mahçup, yalnız, bir başına duran gecekondular arasında geçti. Mevcut muhtar çok katlı lüks apartmanların oyunu, bizim muhtar ise gecekondu halkının oyunu aldı. Gecekondu halkı kendi muhtar adayına blok oy verdi.

Oyların kullanıldığı okulu görmenizi isterdim; bir yanda lüks ciplerle okul bahçesine gelen hanımefendiler ve beyefendiler, işadamları, hatta milletvekili ve bakanlar; diğer yanda ise çamurlu yolları yayan tepip de gelen vadi halkı. Her iki kesimde bir diğerine uzaydan gelmiş gibi baktı durdu gün boyu. Adım gibi biliyorum ki, vadi halkı değil ama o hanımefendiler ve beyefendiler, “demokrasi bu olmamalı canım” diye düşünmüşlerdir.

Sonuçta, bir göz gecekondunun alabileceği insan, daha doğrusu seçmen kapasitesi; 30-40 katlı bir tek apartman bloğun barındırdığı seçmen kapasitesi karşısında doğal olarak yenildi.

Vadi halkının muhtar adayı mahallenin lüks apartmanlar bölgesinde ne yazık ki etkin bir seçim çalışması yürütememişti, çünkü hemen her sitede bulunan özel güvenlikler buna izin vermedi. “Yasak, girmezsiniz, burası özel kapalı alan” vb. sözlerle, her sitenin kapısında bulunan özel güvenlik kulübelerinde takılıp kaldı muhtarımız.

Ancak yine de alınan oyların yüksek olması, o çok katlı lüks apartmanlar ahalisinden de küçümsenmeyecek bir destek ve sempatinin oluştuğunu ortaya koymakta. Öyle de olmalıydı, ne de olsa vadi halkı, özellikle vadili kadınlar; seçim çalışması için içeri alınmadıkları o çok katlı lüks apartmanlara; gündelik temizlik, çocuk bakımı gibi işler için girip çıkmaktaydı. Belki de bu yüzden, oy kullanılan okulun bahçesinde o hanımefendilerin ve beyefendilerin çocukları, anne-babaları içeride diğer muhtara oy atarken, bizim muhtarın pusulalarını dağıtan vadili ablaların kucaklarındaydı.

Diğer mahalle olan İlker Mahallesi’nde ise mevcut rantçı muhtar 734, vadi halkının adayı ise 372 oy aldı. Burada seçimi kazanmak daha olanaklı görülüyordu, çünkü bu mahallenin de yarısı bir başka apartmanlar bölgesinde kalsa da, Or-An semtinin aksine kapısının önünde cipi bulunmayan, hatta düne kadar anası babası ve belki de kendisi gecekonduda yaşamış, orta gelirli, doğallığında vadi halkına fazlasıyla empati duyan kesimleri barındırıyordu.

Ancak burada akla hayala gelmeyecek bir iş oldu, mevcut muhtara karşı başka isimler de adaylığını koydu. Bunlardan, yöre sakinleri tarafından “meczup” kategorisinde değerlendirilen bildik bir şahsiyet, üstelik mücadelenin ilk başlarında vadiyi ve kavgayı terk etmiş olmasına rağmen, her nasılsa ÖDP tarafından var güçle desteklendi ve bu aday, 277 oy alarak, bir bölen olmayı layıkıyla becerdi.

Oysa ÖDP de, Ankara’da halktan yana bütün ilerici demokrasi güçleri için ortak bir mücadele değeri olan vadi halkının barınma hakkı kavgasına öteden beri sıcak ilgi ve desteğini sunmuş bir siyasi parti idi. Ancak bu gün görülen o ki, ya vadi halkı kendini onlara anlatamamış, ya da onlar vadi halkını anlamamış. Ya da, ortak düşmana karşı bir arada mücadele etmek, yoldaşlık, kardeşlik ve her koşulda yoksul emekçi halk ile sözde değil de sahici bir dayanışma içinde olmak gibi değerler; ortaya bir sandık çıkıverince, başkaca küçük hesaplarla, siyasi oyunlarla gölgelenmiş.

Bilinsin ki ÖDP’nin bu tutumu, vadi halkının barınma hakkı mücadelesinin gerçek yoldaşı bir çok ÖDP’li tarafından kabul görmediği de bilinerek, vadi halkı tarafından not edilmiştir.

Seçim gecesi, oldukça yorucu geçen bir günün ardından tam da eve gidip biraz olsun dinlenecekken, “Gökçek sandıkları çalıyor” haberinin gelmesiyle tam bir kabusa dönüştü benim içim. Bir türlü peşimi bırakmayan sandık, şimdi de beni onun muhafızı yapacak kadar kurnaz ve oyunbaz olduğunu ortaya koymuştu.

Yukarı Dikmen Mahallesi’nde oy kullanılan okul, etrafa saçılmış seçim kirliliği ile gece karanlığa bürünürken, çoktan ciplerine binip gitmiş hanımefendiler ve beyefendiler sıcak evlerinde uykuya çekilirken, vadi halkı tarafından korumaya alındı. Sabahtan beri aç ve ayakta duran yaşını başını almış vadinin ablaları, amcaları; sanki içinde en değerli hazine saklıymışcasına, sandıkları tek tek saymayı ve elleri ile görevlilere teslim etmeyi vazife bildi.

Binbir türlü yalan ve dolanla binlerce insanı sokağa atmaktan çekinmeyen Gökçek için oy çalmak, öyle günahların en büyüğü olmasa gerek. Nitekim Ankara’da bir seçim daha ciddi bir şaibeye bürünmüş durumdadır.

En nihayetinde sandıktan kurtuldum, kurtulduk.

Meteorolojinin tahmini doğru çıktı ve gecikmiş bahar, işte seçimin hemen ertesinde bu gün, 30 Mart sabahı yüzünü göstermekte.

Evdeyim ve bir yanda bu satırları karalarken, bir yandan da önümde duran rakamlara bakıyorum.

Rakamlar Gökçek diyor demesine ama başkaca ciddi okumalara da, az ya da çok iyimser olmaya da olanak veriyor.

Ya da ben kendimi avutuyorum, nasıl düşünürseniz …

AKP yani Gökçek Ankara Büyükşehir’de %38.47 oranında oy aldı, bunun karşılığı 939.365 oydur. Ancak Ankara’da yaşayanların büyük çoğunluğu bu seçimlerde Gökçek’e oy vermedi. En ciddi rakibi olan CHP adayı Karayalçın’ın aldığı %31.50 lik yani 769.299 oy, diğer rakibi MHP adayı Mansur Yavaş’ın aldığı %26.90 lık yani 656.895 oy dahi bunun önemli bir kanıtı.

Oysa Gökçek bir önceki yerel seçimlerde %55.05 gibi ezici bir oy almış; biraz da bu nedenle, Ankara’yı babasından kalan aile mülkü havalarında yönetmişti. Bu kez bunu yapması güç görünmekte. En azından akıllı bir siyasetçi bunu yapmaz; tabi bu akıl işi, vicdan yoksunluluğu ile de birleşince Gökçek’in ne yapacağı yine de belli olmaz demeli.

Mamak, AKP’nin ve adayı Gökçek’in ciddi oy kaybına uğradığı, oysa önceki seçimlerde büyük destek aldığı merkez ilçelerden biri. Mamak demek Ankara’nın yoksul gecekondu bölgesi demek ve “kentsel dönüşüm” belasının, karşısında da halkın örgütlü barınma hakkı mücadelesinin, AKP’nin neo-liberal belediyecilik anlayışında önemli bir kırılmayı yarattığı açıkça görülüyor.

Tıpkı Dikmen Vadisi’nde olduğu gibi. Henüz barınma hakkı mücadelesinin başlamamış olduğu 2004 yerel seçimlerinde, vadi halkından da hatırı sayılır oy olan Gökçek’e, henüz kesin sandık verileri ulaşmamakla birlikte şimdiden söyleyebiliriz ki, vadiden bir tek oy dahi çıkmadı.

İşte vadi halkı bütün bunları değerlendirecek bu akşam. Barınma hakkı mücadelesi, yoksul gecekondu halkları için bir tercihten çok yaşama tutunmanın vazgeçilmezi olduğu için, bu ya da bir başka toplantıda vadi halkının “tamam, buraya kadarmış, pes” demesini kimse beklemesin.

Ancak bir beş yıl daha Gökçek’li Ankara, kent yoksulları için zor bir kent olacak.

Sandıktan çıkan yenilgi, neo-liberal belediyeciliğin yeni yağma ve talan operasyonlarının habercisi. Gökçek, bir türlü tamamlayamadığı işlerini, bu yeni beş yılda bitirme kararlılığını öteden beri dile getirmekteydi. Bu yarım kalmış işler arasında ilk sıralarda yer alanlardan biri de, Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi’dir.

Ancak, kentin Kızılay çukurundan, bir yanına Dikmen ve İlker sırtlarını, diğer yanına Ayrancı ve Çankaya sırtlarını alarak, Or-An semtine doğru tepelere uzanan ve yeşili, havası, kuşu böceği dillere desten olan, adına da Dikmen Vadisi denilen bu topraklarda; artık kaybedecekleri, bir göz kondularından başka bir şeyi kalmamış olan insancıklar yaşar.

Öyle ya sandık yutmadı onları, belki biraz daha kaygılı ve umutsuzlar ama hala oradalar.

Hem bu gün bahar da geldi Ankara’ya.

Üstelik bu gün 30 Mart.

Yenilgilerin bile yarınlara nasıl önemli bir mücadele mirasını bıraktığını ve gelecek zaferleri doğuracağını öğreten bir gün.

Üstelik, okuma-yazması dahi olmadığı için sandıkta “evet” mührünü basacağı yeri şekillerle bulmaya çalışanların, aynı nedenle yoksulluğunu, işsizliğini, açlığını “ampül” amblemiyle özdeşleştirenlerin; sandık gibi gelip geçici olmayıp, daim ve dinamik olan yaşamın içinde verdiği kavga yaman olur.

O kavgaya tanıklık etmek de, bir parçası olmakta bambaşka bir keyiftir.

Demokrasi ve halkın iradesi dediğiniz, o kavganın içinde şekillenir ve içinde hiçbir tereddütü barındırmayan son sözü orası söyler.

O sözün, İ. Melih Gökçek saltanı için hiç de hayırlara vesile olmayacağını bilenlerdenim.