Doğanın ve yaşamın temeli olan su, sermayenin metalaştırma/ticarileştirme saldırısının hedefinde. Kentsel ve kırsal alanda su hizmetleri özelleştiriliyor/piyasalaştırılıyor. Su mal olarak tanımlanıyor, fiyatlandırılıyor. Şişelenip satılıyor. Her geçen gün artan su bedelleri emekçilerin suya erişimini engelliyor. Su hizmetlerinde taşeronlaştırma ve güvencesizleştirme uygulamaları yaygınlaştırılıyor.
Suyun metalaştırılması/ticarileştirilmesi sürecini hızlandıran AKP iktidarının uygulamaya soktuğu ve HES (Hidroelektrik Santral) projeleri gerekçe gösterilerek yapılan su kullanım hakkı anlaşmaları ile su, şirketlerin egemenliği altına alınıyor. Bu uygulamalarla, enerji üretiminden, endüstriyel su kullanımına, sulama suyundan içme ve kullanma suyuna kadar suyun ve su havzalarının bir bütün olarak ticarileştirilmesinin, önü açılırken, suya yapılan müdahaleler ve HES yapımı için doğada yaratılan tahribat ile ekosistem döngüsü bozuluyor. Aynı süreçte siyasal iktidar kamulaştırma yetkisini de şirketler lehine kullanıyor, arazilerin kullanım hakkı da şirketlere devrediliyor.
Kentte ve kırda su hizmetlerinin piyasalaştırılması emekçilere dönük bir saldırı olarak gelişiyor. Sermaye “kullanan öder” ilkesini emekçilere dayatıyor. Bu, sermayenin emekçilerin tüm ortak ihtiyaçlarını piyasadan karşılamasını, yaşamak için piyasaya bağımlılaşmasını öngören ve yeniden üretim alanının bir bütün olarak sermayeye karlılık alanı olarak açılmasını hedefleyen neoliberal stratejisinin temel ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkarılıyor. Yaşamın temeli olan suyun piyasaya bağımlılaştırılması tüm emekçiler için daha fazla yoksulluk, güvencesizlik, sağlıksız bir yaşam anlamına geliyor.
Suyun ticarileştirilmesi saldırısı HES’lerle, daha hizmeti kullanmadan parasını emekçiden isteyen “paran yoksa su kullanamazsın!” diyen ön ödemeli sayaç uygulamalarıyla, su borçları nedeniyle tarlasını ekemeyen çiftçinin yıkımıyla kendini gösteriyor.
Kırsal alanda HES’ler su havzalarının ticarileştirilmesinin temel ayağını oluşturuyor. İklimde yaşanan değişimler, suyun niteliğindeki farklılaşmayla tarım topraklarının beslenememesi, köylünün tarımsal üretim için gereken suya erişememesi; hayvanını sulayamaması, şirketin kullanım hakkını elde ettiği alanlara hiçbir canlının sokulmaması ile canlıların suya ve yeşil alanlara erişememesi, köylünün istediği alanda hayvanını otlatamaması, dolaşamaması gibi farklı biçimlerde açığa çıkan sonuçlar bu sürecin aynı zamanda köylünün ekme-biçme hakkına, canlının yaşam için dolanım hakkına dönük bir saldırı olarak yaşandığını gösteriyor. Bu süreç aynı zamanda kentte ve kırda halkın beslenme hakkını da tehdit ediyor. Tarımın neoliberal politikalarla tasfiye edilmesi, yaşam alanlarından temel hizmetlerin çekilmesi (örneğin köy ve ilçelerde okulların kapatılması) gibi kırdan kente göçü zorlayan politikalar bölgede HES’lerin uygulanmasını kolaylaştırırken, kentlere savrulan yeni emekçi kitlelerini güvencesizlikle örülü bir yaşama mahkum ediyor.
Tüm dünyada ve ülkemizde tarımsal üretimde en yoğun biçimde emek harcayan, doğayla özel bir ilişki kuran; yeniden üretim alanında üzerlerine yüklenen işler nedeniyle suyu en fazla kullanan kadınlar suyun ticarileştirilmesinden, su hizmetlerinin piyasalaştırılmasından ve bu sürecin bir parçası olarak bugün yaşama geçirilmeye çalışılan HES projelerinden de ağır biçimde etkileniyorlar. Suyun ticarileştirilmesi ev içindeki cinsiyetçi işbölümünün pekişmesine, kadınların karşılıksız emekleri üzerindeki sömürünün derinleşmesine neden oluyor.
HES projeleri, Alliaoni, Hasankeyf, Munzur örneklerinde görüldüğü gibi tarihsel kültürel dokuları, yaşama geçirilen tüm bölgelerde orada yaşayan insanların yüzyıllardır suyla birlikte şekillenen yaşama biçimlerini ve kültürlerini de yok ediyor. Kürt illerinde barajlar ve HES’ler bir yandan tarımsal üretim temelinin yok edilmesi ve güvencesizliğin derinleştirilmesi diğer yandan bu bölgelerin insansızlaştırılması ve göçle birlikte savaşın yarattığı yıkımın artması anlamına geliyor.
Halkı yoksullaştıran, geçim araçlarını elinden alan, her türlü sosyal korumayı ortadan kaldıranlar, bu yoksulluğu doğanın ve suyun metalaştırılması stratejisinde bir araç olarak kullanıyorlar. Şirketler, halkı HES projelerine “ikna etmek”, direnişi engellemek için önce iş vaatleriyle, kamunun gerçekleştirmesi gereken altyapı yatırımlarını yapma sözleri vererek, kimi yerlerde cami yapımı gibi uygulamalarla dini kullanarak, arsasını fahiş parayla satın alarak veya para dağıtıp köylülerden bir kısmını satın almayı hedefleyerek vadilere giriyorlar. Bu yöntemler işe yaramadığında devletin kolluk güçleri, mülki amirleri, şirketlerin özel güvenlik birimleri, paralı adamları eliyle tehdit, şiddet ve baskı yöntemleri ile direnişler bastırılmaya çalışılıyor.
Sermayenin ve siyasal iktidarın su hakkı mücadelesini engellemek için kullandığı bir diğer yöntem ise karşıtını içerme; içererek bastırma yöntemi. Sermaye ve siyasal iktidar tarafından desteklenen, çeşitli fonlar kullanan STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) su mücadelesini etkilemek için devreye sokulabiliyor.
Suya yönelen saldırı; ne yalnızca yaratacağı çevresel ve kültürel tahribat açısından, ne tek başına insan hakları ve emek boyutuyla ele alınamayacak kadar kapsamlı ve çok boyutlu bir saldırıdır.
Halkın Hakları Forumu Su Hakkı Atölyesi’ne katılanlar olarak bir kez daha ilan ediyoruz.
Su doğanın ve doğanın bir parçası olan insanın hakkıdır. Su hakkı pazarlık konusu edilemez. Su hakkı mücadelesini parayla satın alamazsınız, parayla ölçemezsiniz, şiddetle bastıramazsınız.
Su hakkı mücadelesi yaşam hakkı mücadelesidir. Doğanın/yaşamın kar güdüsüyle tahrip edilmesine karşı doğanın varlığını sürdürme mücadelesidir.
Su hakkı mücadelesi anti-kapitalist bir mücadeledir. Kapitalist üretim biçimine ve kapitalizmin dayattığı tüketim biçimine karşı bir mücadeledir.
Suya ve doğaya saldıran sermayenin tek amacı kardır. Su hakkı mücadelesi doğanın ve suyun üzerindeki sermaye tahakkümünü topyekûn ortadan kaldırmayı; suyun ve doğanın metalaştırılmasını önlemeyi/metadışılaştırmayı hedefleyen bir mücadeledir. Su hakkı mücadelesi suyun kullanım değerini temel alır. Suyun piyasada alınıp satılmasını, piyasa hedefli üretim süreçlerinde kullanılmasını değil sadece toplum yararını temel alan kullanım değerlerinin üretiminde kullanılmasını meşru görür. Ve gerektiğinde su hakkı mücadelesi suyu fiilen kullanma yöntemlerini yaşama geçirir.
Su hakkı mücadelesi sağlıklı, insanca bir yaşam mücadelesidir.
Su hakkı mücadelesi aynı zamanda su varlıklarının yok edilmesine ve kirletilmesine karşı verilecek mücadeledir. Göllerin, denizlerin, akarsuların, yeraltı sularının; termik santraller, nükleer santraller, maden şirketleri, endüstriyel tarım şirketleri ve tesisler, sermayenin kent politikaları eliyle kirletilmesine karşı mücadeleyi de temel alır.
Su hakkı mücadelesi köylünün ekme-biçme; kırda ve kentte emekçilerin beslenme hakkı mücadelesiyle birlikte büyüyecektir.
Su hakkı mücadelesi su havzalarına yapılan müdahalelere karşı doğal çevrede oluşmuş tarihsel-kültürel doku, yapı ve değerlerin korunması mücadelesiyle birlikte zenginleşmektedir.
Su hakkı mücadelesi devletten, sermayeden bağımsızdır. Halkın öz gücüne, öz örgütlülüğüne dayanır.
Su, yalnızca H2O’dan oluşan bir “sıvı” değildir. HES projeleri eşliğinde kanallanarak ya da borulanarak yatağından, canlılardan, havadan, topraktan yani doğadan koparılışı, yaşam için gereken özelliklerinin değişmesi, suyun niteliğinin farklılaşması anlamına gelmektedir. Bu nedenle suya yapılan müdahalelerin, su havzalarının ticarileştirilmesinin suyu doğadaki ve yaşamdaki döngüsünde yenilenemez kıldığını biliyoruz. Bu nedenle yenilenebilirlik söyleminin su havzalarının sermayenin karlılık alanına dönüştürülmesi için zemin yaratmak için kullanılmasına; suyun HES’lerle depolanması, borulanması ile akarına müdahale edilmesine, derelerin havzalar arası taşınmasına karşı çıkıyoruz.
Bu noktada sürdürülebilir kalkınma stratejileri ve bunun sonucunda oluşturulan yasa ve yönetmeliklere eklenen koruma-kullanma dengesi mantığı ile kirletme hakkının kirleticilere verildiğini, kirleten öder prensibi ile suların kirlenmesinin sürdürüldüğü ve doğanın yaşam hakkının yok edildiğini bilerek doğanın krizine neden olan ve göz boyamak için kullanılan sürdürülebilir kalkınma stratejisini reddediyoruz.
Suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin ancak kentte ve kırda suyun ticarileştirilmesinin tüm biçimlerini hedef alan ortak bir programla sürdürülmesi gerektiğini söylüyoruz.
Halkın Hakları Forumu Su Hakkı Atölyesi su hakkı mücadelesinin ortak birikiminden hareketle, ön hazırlık sürecinde ve atölye çalışmasında yapılan tartışmalardan su hakkı mücadelesi yolunda kendine aşağıdaki görevleri çıkarırken, tüm emekçileri, emek ve meslek örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini ve halk inisiyatiflerini kentte ve kırda suyun ticarileştirilmesine karşı topyekün mücadeleye çağırıyor.
Su Hakkı Atölyesi;
Su hakkı atölyesi;
Acil olarak kırda ve kentte yerelin özgünlüklerini önceleyen ancak suyun ticarileştirilmesinin tüm boyutlarına karşı mücadeleyi hedefleyen “su yaşamdır, yaşam satılık değil” başlıklı bir ortak mücadele programının yaşama geçirilmesini, eylem ve etkinliklerinin örgütlenmesini önerir. Bu mücadele programının temel 5 acil talebini şöyle tarif eder;
- Ön ödemeli sayaçlara; paralı suya hayır! Okul, hastane, yurt gibi ortak toplumsal ihtiyaçları karşılayan tüm kamusal hizmet kurumlarında ve konutlarda çeşmeden parasız, temiz sağlıklı su istiyoruz
- Şişelenmiş suya mecbur değiliz; kent meydanlarına çeşme istiyoruz.
- Derelerimiz özgür akacak, su kullanım hakkı anlaşmalarının, HES projelerinin iptal edilmesini, yapılmış HES’lerin ortadan kaldırılmasını istiyoruz
- Su hizmetlerinde özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın durdurulmasını istiyoruz.
- Köylünün su borçlarının silinmesini, su kullanım hakkı kapsamında geçimlik tarım ve hayvancılık için parasız suya erişimin güvence altına alınmasını istiyoruz.